Nevruz adı altında Zeytinburnu’nda yaşanan olaylar hepimizi üzdü. Katılanlar benim gördüğüm kadarı ile çoğunluğu gençlerin oluşturduğu Doğu’dan gelen vatandaşlarımız. Terör yandaşları ve uzantıları tarafından özellikle seçilmiş ve beyinleri yıkanmış.
Ortak özellikleri eğitim yok, herhangi bir başarıları yok, kendilerini anlatacakları bir özellikleri yok, aynı vasıflarda ve muhtemelen farklı veya aynı işlerde aynı maaşlarda çalışan kompleksli insanlar tercih edilmiş.
Bulundukları yerden memnun değiller ve yükselemeyeceklerini de çok iyi biliyorlar. Geleceğe ait hayalleri ve hedefleri olmayan insanlar. Kendilerine ayna da baktıklarında bir “HİÇ” olarak görüyorlar. Hâlbuki bu şekilde olmak ve görünmek istemiyorlar. O yüzden bir yere bağlanmalılar ve aidiyet kazanmaları lazım. “Eşkıyalığı savunurken ve Eşkıya Başı çocuk katiline Liderimiz” derken bir aidiyet oluşturuyor ve “HİÇ” olan kendisini “VAR” ettiğini zannediyorlar.
Aslında bizdeki “taraftarlık-takım tutma düşüncesi” de bir şekilde aynı mantıktan çıkıyor. Bir özelliği olmayınca ben Fenerbahçeliyim, Galatasaraylıyım diyerek bir aidiyet kurup, kendisine bir makam oluşturuyor. Parti tutmalarda öyle. Sığındığı bir liman oluyor.
Bir de bunun daha ötesi var. Bu aşağılık kompleksinden dolayı hastalıklı bir ruh hali taşıyorlar ki tedavi edilmeleri gerekir. İnsan Nevruz da neden ağaç yaksın ki? Bir kız, televizyonda izlemiştim, büyük bir hışım ile çiçekleri kopartıyor ve tekmeliyordu. Bu şu demek, biz fakir ve hiçbir şeyimiz olmadan küçücük evlerde bir sürü insan yaşıyoruz, köyümüzü terk etmişiz, bizi aranıza almıyorsunuz-tabii tüm bu düşünceler onlara ait ve doğru değil-o yüzden siz de bu güzellikleri hak etmiyorsunuz ve elinizden alınmalı. Bizim sahip olamayacağımız şeylere siz de sahip olmamalısınız.
Bu normal bir davranış değil. Bu hasta ve tedaviye muhtaç bir insanın ruh halidir. İnsanların arabalarının camlarını kırmak, hadi bankalara saldırdın, esnafın dükkânını neden yağmalarsın, orası ekmek kapısı ve sen de oralarda çalışıyorsun. Pazar eylem yaptın, pazartesi iş başı yapmayacak mısın? Hiç düşünmüyor musun, senin de çalıştığın yer bu hale getirilirse ne yapacaksın? Veya eylem yerine geldiğin tramvayı, otobüsü parçalaman, camlarını kırman ve kullanılmaz hale getirmen. Durakları tuz buz etmen. Neye düşmansın ki bunları yapıyorsun.
Bunlar hep ezilmişliğin, aşağılanmanın ve kompleksin dışa vurumu. Dışarıda azarlanan, horlanan birinin evine gelince tüm acısını eşinden çıkartması ve onun üzerinde hâkimiyet kurması gibi veya evinde eşinin emrinden çıkamayan ezik bir kocanın işyerinde emrinde çalışanlara kan kusturması gibi. Hepsi kendi ruh halinin dışa vurumu.
Neden dağa çıkıyorlar, niçin eylem yapıyorlar. Köyünde “hiçbir şey “ olan ve adam yerine konulmayan bir ferd, dağda komutan oluyor ve elinde silah kendisini adam yerine koymayanlara karşı meydan okuyabiliyor. Daha doğrusu şahsiyeti sıfırlanmışken, yeni bir şahsiyet elde ediyor. Bunların dava düşüncesi veya Kürt halkının özgürlüğü ve refahı diye bir dertleri yok. Hepsi ruh hastası ve tedavi edilmeleri gerekiyor. Bu nasıl bir dava düşüncesi ki mezarlıkları bile tahrip ettiriyor.
Terörün uzantısı partinin milletvekillerine bakın, hangisi fakir ve sefalet içinde. Yedi cetlerine yetecek sermayeleri mevcut ve hepsi çoluk çocuk, yakın akrabaları dâhil müreffeh bir hayat yaşıyorlar. Üst böyle alt da bu şekilde olunca, alttaki gençler için bu mitingler bir nevi terapi gibi oluyor. Ulaşamadıkları, yakalayamadıkları ve büyük bir özlem ile yaşamak istedikleri hayatları başkalarında görünce hepsini yıkıp yok etmek istiyorlar. Bir gün bu öfke başlarındaki insanlara dönecek.
Okulların camlarını kırmışlar, sağlık ocaklarını dağıtmışlar, otobüs ve tramvayları parçalamışlar. Eşi ve çocuğu ile eyleme katılanlar vardı. Kendi çocuklarını aşıya götürdükleri, eşlerini, anne ve babalarını tedaviye götürdükleri ve insanlığa faydadan başka bir fonksiyonu olmayan sağlık ocağını yıkan bir bünye hasta değil midir? Benim onlara bir tek sözüm var. O da Hz.Ömer efendimiz’den.
Koca halife, Kudüs’ün anahtarını üzerindeki yamalı elbise ile almaya gidince, yanındakiler,”Ya Ömer, bunlar debdebeye, şatafata meraklıdır ve ona göre değer verirler. Şu üzerinizde ki yamalı elbiseyi çıkartsanız da, size yeni bir elbise versek de azametli gürünseniz. Bizi fakir bilmesinler” deyince Ömer Efendimiz onlara dönerek,“Bize, “İslam” olmak en büyük şereftir. Başka bir şerefe ihtiyacımız yok”der. Zaten Müslüman’san ve insan olmanın gerektirdiği davranışları yapıyorsan, sana bundan daha büyük şerefi kim verebilir. Senin peygamberin vefat ettiğinde kalkanı bir Yahudi’nin elinde rehin idi. Dünyanın en fakir insanı senin peygamberin iken neden bu kompleks ve aşağılık duygusu ki. Sadi çok güzel söyler.”Bir kral ve köle vefat etse kafataslarından kimin kral kimin köle olduğunu anlayamazsınız.” Ahrette kimseye iltimas yok, torpil yok. Orada rüşvet geçmiyor ve herkese aynı şeyler sorulacak. Malını nerden kazandın, nerelere harcadın. Ömrünü nerde geçirdin ve benim için ne yaptın. Siz onlara bakın.