Haftanın KİTABI: Bir Çift Ayakkabı
13.03.2012 - 08:21, Güncelleme:
13.03.2012 - 08:21
Haftanın KİTABI: Bir Çift Ayakkabı
Zeytinburnu Haber Yazarı Mehmet Bayram sizler için Haftanın Kitaplarının derlmeye devam ediyor.
Kitap Adı; Bir Çift Ayakkabı Yazar; Sunay Akın Yayınevi; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Kitap tanıtım/eleştiri ve özetlerinde seçim yaparken politik ve siyasi kitaplardan ziyade D&R,İNKILÂP v.b yayınevlerinde en çok satanlar bölümünde okunan aktüel kitapları tercih ediyorum. Ahmet Şık’ın yazdığı “oookitap”,Nazlı Ilıcak’ın yazdığı “The Cemaat”,barış pehliva&terkoğlu’nun yazdığı “Wikileaks Sızıntı” kitaplarını pek anlatma lüzumu da hissetmiyorum. The Cemaat, baştan sona ifadelerden, yazarların köşe yazılarından ve kitaplardan alıntı yapılarak yazılmış, Sızıntı ve oookitap da aynı şekilde birbirinin aynı ve alıntılarla dolu. Hanefi Avcı’nın “Simon”larını okudu iseniz pek fazla bir şey bulamayacaksınız. Sızıntı biraz daha aktüel kalmış gibi ama orada yazılanların çoğu gazetelerde yazıldığı gibi kitap üç kişinin Sabri Uzun, Hanefi Avcı ve Emin Arslan etrafında dönüyor ki, daha önce söyledikleri alıntılanmış ve ortaya yeni bir şey konulmamış. Taha Akyol’un son kitabı “Atatürk’ün İhtilal Hukuku”,bir önceki kitabı olan “Ama hangi Atatürk”ün devamı niteliğinde ve bu tür kitaplardan hoşlananlar için yazılmış “niş” bir kitap olup herkese hitap etmemektedir. Bu şekilde kısa bir açıklamadan sonra, size tanıtacağım kitaba geçebilirim. Sunay Akın’ın sıkılmadan, bir çırpıda okuyacağınız Öykü tadında ki bu kitabında, o tatlı üslubundan yeni şeyler öğrenirken bazen şaşıracak, hayret edecek bazen de eskilere gidip geçmişin ince noktalarında gezinti yapacaksınız. Sunay Akın bazıları tarafından kıvrak kalemli diye tasvir edilse de ben bu sözde biraz dansözlük hissettiğimden onun yerine, akıcı, gizemli ve sizi sıkmayan kalemi ile her bölümünü heyecan ile okuyacak ve yazarın başlık ile konuyu nasıl bağlayacağını merakla bekleyeceksiniz diyeceğim. Konuşma üslubu tarzındaki yazılarını okurken tarihin bilinmeyen koridorlarında gezecek ve siz de yazılanları hayal edip, yazıyı okurken o anı yaşayacaksınız. Yazar “gözleri oyulan freskler” başlığı ile ilk bölüme başlıyor. Siz merakla ne anlatacak diye okumaya başlıyorsunuz.”Orada bir köy var uzakta/O köy bizim köyümüzdür” dizeleri ile bölüme giriş yapınca fresk ile bu dizelerin nasıl bir bağlantısı olur diye merakla okumaya devam ediyorsunuz. Daha sonra evli bir kadının, sevdiği ile bir gece yarısı kaçmasını ve ayakkabısının içinde kendisini rahatsız eden bir nesneyi, kaçarken bakamadığından, ilk mola verdiklerinde kontrol ettiğinde, elinde ki bir tomar paraya bakarak gözlerine inanamadığını siz de şaşkınlıkla okuyacaksınız. Daha sonra Kocasının, karısının kaçacağını bildiğinden, ayakkabısının içine, bana o kadar hizmet etti, başkasına muhtaç olmasın diye para koyan kişi olduğunu öğrenince hepten şaşıracak, garipseyecek ve bu nasıl bir koca diye merak edeceksiniz. Siz hem “gözleri oyulan fresk”i hem de kaçan eşine para veren adamı merak ede durun yazar oradan Metin Erksan’a atlayacaktır. Metin Erksan’ın 23 yaşında Aşık Veysel’in hayatını çektiği filmi okumaya başlayınca puzzle tamamlamış olacaksınız.Senaryo da gene kaçan bir kadın var,gece terk edilmiş bir kilise de saklanırlar.Kaçtığı adam,sabah kasabaya alışverişe gidince kadın tek başına uyanır.Kilisenin duvarlarına baktığında İsa peygamberin ve havarilerin gözleri oyulmuş fresklerini görür.Anadolu’da resmin günah olduğuna inanan Müslümanlar,canlılıklarını kaybettirmek için kilisenin duvarlarında ki fresklerin gözlerini oymuşlardır.Kız uyanır uyanmaz karşısında gözleri oyulmuş freskleri görünce ..…siz yazıyı okumaya devam ettirdiğinizde kadın ile Aşık Veysel arasında ki bağlantıyı da öğrenmiş olacak, kitabı elinizden bırakıp hayretle koltuğunuzun arkasına yaslanacak ve böyle bir şey olabilir mi diye düşüneceksiniz.Şimdiden merak ettiniz değil mi? Sonra merakla ikinci bölüme geçeceksiniz.,”tutuklular çemberi”.Burada da bölüm Dr.Sugita Genpaku ve anatomi kitabı ile başlıyor.İlk bölümden sürprize hazır olduğunuzdan bölüme o merakla devam ediyorsunuz.Daha sonra Japon seramiklerinin Avrupa’ya ihracatı sırasında,bu eserlerin kağıt yokluğundan geleneksel Japon resim sanatı olan “ukiyo-e”lere sarılmasını,Anvers limanında seramik tabak,çanak ve fincanların çıkartılıp,kağıtların bir köşeye atılmasını okuyacaksınız.Çöpe atılan bu kağıtların,bazı kişilerin dikkatini çekmesi sonucu toplanmaya başlandığını ve bunlardan birinin de hayranlıkla bu kağıtları toplayıp, resimlerini yapan “Vincent Van Gogh” olduğunu öğreneceksiniz. Peki, tutuklular çemberi nedir? O da “Dore”nin “Newgat Hapishanesinde Volta Atan Mahkûmlar” adlı tablosunu, Van Gogh’un, kendisinin akıl hastanesinde yaşadığı sıkılmışlıkla bir tutup aynen tuvale aktarmasıdır. Bir fark vardır, orada özgürlük tutkusu ve suçluluk duygusu ile tur atan mahkûmlar arasında, bize doğru bakan ve şapka giymemiş tek mahkûm Van Gogh’tan başkası değildir. Sonra “Abdulaziz’e Her Yer İstanbul!” adlı bölüme geçiyorsunuz. Abdulaziz’in Avrupa’ya yapacağı ziyaret sırasında oldukça önemli bir hukuki sorun yaşanır. Padişahın adımını atacağı her yer Payitaht, yani kendi toprağı sayılacaktır ve aynı zamanda halife olduğundan Müslüman olmayan topraklara adımını atacak olması da bir problemdir. Bu problemlerin nasıl aşıldığını okuyunca yüzünüzde bir tebessüm oluşacak. İlerleyen bölümlerde “Doğan Kardeş” dergisinin nasıl ortaya çıktığını öğrendiğiniz gibi “Nuh’un Gemisi” ile “ayakkabıcı boya sandığı” arasında ki bağlantıyı merak ve ilgi ile okuyacaksınız. Daha sonra boyacı sandıklarında kaybolan efsane ile galata köprüsünde ki boyacı sandıklarının tarihini okuyacaksınız. Siz sayfaları yeni bir şey öğrenmenin heyecanı ile açarken kaşınıza Dalkavuklara dayak atmanın ücret tarifesini görecek hem şaşıracak hem de güleceksiniz. Sayfalar çevrilirken “Charlie Chaplin”’in nasıl keşfedildiğini,”kız kulesi’nin Ayakkabıları”nı, oradan “Nazın Hikmet”in çocukluk ayakkabılarını” okuyacaksınız. Sonrasında Osmanlı’da Pabuç rengi olarak Türklerin Sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların Mavi, Yahudilerin Siyah renk giydiğini öğreniyor ve kafanızda canlandırmaya çalışıyorsunuz. Ben bu insanların ayaklarında rengârenk ayakkabılarla Beyoğlu’nda yürürken hayal ettim, siz bakalım nasıl hayal edeceksiniz. Ayakkabı üzerine öykü tadında makaleler sizi koltuğunuzdan kalkmamanızı ve sıcak çayınızın keyfini yaşamanıza sebep olacak.”Sargıyı Sakın Açmayın” başlıklı bölümü okurken Kemalettin Tuğcu’nun acı hayatı ile karşılaşıyor ve bu da olur mu diyorsunuz.”Ölen Kocanın Ayakkabıları” adlı bölümü okurken Kaptanıderya Yusuf Paşa’nın trajik hayatını da okumuş olacaksınız. Kitabın sonlarına doğru yüz elli altı yaşına kadar yaşayan ve Amerika’da trajik bir şekilde hayatını kaybeden “Zaro Ağa”yı ibretle okuyacak ve gene hayret diyeceksiniz. Yaşı yanlış duymadınız. Tüm bölümleri özetlememi siz de beklemezsiniz zannederim. Geri kalan bölümleri size bırakıyorum. İhmal eder okumazsanız kaçırdığınız şeyleri de öğrenmemiş olursunuz. Kitaba verilen zaman hiçbir zaman kayıp değildir. Kitaplar, artık zamanda aradan çıkarılacak dostlarımız olmadığı gibi kenarda unutulacak değersiz eşyalar da değildir. Okumaktan sıkılmadığım ve her bölümünü merakla takip ettiğim bu kitabı için yazarın emeğine ve kalemine sağlık diyorum. M.Metin Bayram
Zeytinburnu Haber Yazarı Mehmet Bayram sizler için Haftanın Kitaplarının derlmeye devam ediyor.
Kitap Adı; Bir Çift Ayakkabı
Yazar; Sunay Akın
Yayınevi; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kitap tanıtım/eleştiri ve özetlerinde seçim yaparken politik ve siyasi kitaplardan ziyade D&R,İNKILÂP v.b yayınevlerinde en çok satanlar bölümünde okunan aktüel kitapları tercih ediyorum. Ahmet Şık’ın yazdığı “oookitap”,Nazlı Ilıcak’ın yazdığı “The Cemaat”,barış pehliva&terkoğlu’nun yazdığı “Wikileaks Sızıntı” kitaplarını pek anlatma lüzumu da hissetmiyorum. The Cemaat, baştan sona ifadelerden, yazarların köşe yazılarından ve kitaplardan alıntı yapılarak yazılmış, Sızıntı ve oookitap da aynı şekilde birbirinin aynı ve alıntılarla dolu. Hanefi Avcı’nın “Simon”larını okudu iseniz pek fazla bir şey bulamayacaksınız. Sızıntı biraz daha aktüel kalmış gibi ama orada yazılanların çoğu gazetelerde yazıldığı gibi kitap üç kişinin Sabri Uzun, Hanefi Avcı ve Emin Arslan etrafında dönüyor ki, daha önce söyledikleri alıntılanmış ve ortaya yeni bir şey konulmamış. Taha Akyol’un son kitabı “Atatürk’ün İhtilal Hukuku”,bir önceki kitabı olan “Ama hangi Atatürk”ün devamı niteliğinde ve bu tür kitaplardan hoşlananlar için yazılmış “niş” bir kitap olup herkese hitap etmemektedir.
Bu şekilde kısa bir açıklamadan sonra, size tanıtacağım kitaba geçebilirim. Sunay Akın’ın sıkılmadan, bir çırpıda okuyacağınız Öykü tadında ki bu kitabında, o tatlı üslubundan yeni şeyler öğrenirken bazen şaşıracak, hayret edecek bazen de eskilere gidip geçmişin ince noktalarında gezinti yapacaksınız. Sunay Akın bazıları tarafından kıvrak kalemli diye tasvir edilse de ben bu sözde biraz dansözlük hissettiğimden onun yerine, akıcı, gizemli ve sizi sıkmayan kalemi ile her bölümünü heyecan ile okuyacak ve yazarın başlık ile konuyu nasıl bağlayacağını merakla bekleyeceksiniz diyeceğim. Konuşma üslubu tarzındaki yazılarını okurken tarihin bilinmeyen koridorlarında gezecek ve siz de yazılanları hayal edip, yazıyı okurken o anı yaşayacaksınız.
Yazar “gözleri oyulan freskler” başlığı ile ilk bölüme başlıyor. Siz merakla ne anlatacak diye okumaya başlıyorsunuz.”Orada bir köy var uzakta/O köy bizim köyümüzdür” dizeleri ile bölüme giriş yapınca fresk ile bu dizelerin nasıl bir bağlantısı olur diye merakla okumaya devam ediyorsunuz. Daha sonra evli bir kadının, sevdiği ile bir gece yarısı kaçmasını ve ayakkabısının içinde kendisini rahatsız eden bir nesneyi, kaçarken bakamadığından, ilk mola verdiklerinde kontrol ettiğinde, elinde ki bir tomar paraya bakarak gözlerine inanamadığını siz de şaşkınlıkla okuyacaksınız. Daha sonra Kocasının, karısının kaçacağını bildiğinden, ayakkabısının içine, bana o kadar hizmet etti, başkasına muhtaç olmasın diye para koyan kişi olduğunu öğrenince hepten şaşıracak, garipseyecek ve bu nasıl bir koca diye merak edeceksiniz. Siz hem “gözleri oyulan fresk”i hem de kaçan eşine para veren adamı merak ede durun yazar oradan Metin Erksan’a atlayacaktır.
Metin Erksan’ın 23 yaşında Aşık Veysel’in hayatını çektiği filmi okumaya başlayınca puzzle tamamlamış olacaksınız.Senaryo da gene kaçan bir kadın var,gece terk edilmiş bir kilise de saklanırlar.Kaçtığı adam,sabah kasabaya alışverişe gidince kadın tek başına uyanır.Kilisenin duvarlarına baktığında İsa peygamberin ve havarilerin gözleri oyulmuş fresklerini görür.Anadolu’da resmin günah olduğuna inanan Müslümanlar,canlılıklarını kaybettirmek için kilisenin duvarlarında ki fresklerin gözlerini oymuşlardır.Kız uyanır uyanmaz karşısında gözleri oyulmuş freskleri görünce ..…siz yazıyı okumaya devam ettirdiğinizde kadın ile Aşık Veysel arasında ki bağlantıyı da öğrenmiş olacak, kitabı elinizden bırakıp hayretle koltuğunuzun arkasına yaslanacak ve böyle bir şey olabilir mi diye düşüneceksiniz.Şimdiden merak ettiniz değil mi?
Sonra merakla ikinci bölüme geçeceksiniz.,”tutuklular çemberi”.Burada da bölüm Dr.Sugita Genpaku ve anatomi kitabı ile başlıyor.İlk bölümden sürprize hazır olduğunuzdan bölüme o merakla devam ediyorsunuz.Daha sonra Japon seramiklerinin Avrupa’ya ihracatı sırasında,bu eserlerin kağıt yokluğundan geleneksel Japon resim sanatı olan “ukiyo-e”lere sarılmasını,Anvers limanında seramik tabak,çanak ve fincanların çıkartılıp,kağıtların bir köşeye atılmasını okuyacaksınız.Çöpe atılan bu kağıtların,bazı kişilerin dikkatini çekmesi sonucu toplanmaya başlandığını ve bunlardan birinin de hayranlıkla bu kağıtları toplayıp, resimlerini yapan “Vincent Van Gogh” olduğunu öğreneceksiniz.
Peki, tutuklular çemberi nedir? O da “Dore”nin “Newgat Hapishanesinde Volta Atan Mahkûmlar” adlı tablosunu, Van Gogh’un, kendisinin akıl hastanesinde yaşadığı sıkılmışlıkla bir tutup aynen tuvale aktarmasıdır. Bir fark vardır, orada özgürlük tutkusu ve suçluluk duygusu ile tur atan mahkûmlar arasında, bize doğru bakan ve şapka giymemiş tek mahkûm Van Gogh’tan başkası değildir.
Sonra “Abdulaziz’e Her Yer İstanbul!” adlı bölüme geçiyorsunuz. Abdulaziz’in Avrupa’ya yapacağı ziyaret sırasında oldukça önemli bir hukuki sorun yaşanır. Padişahın adımını atacağı her yer Payitaht, yani kendi toprağı sayılacaktır ve aynı zamanda halife olduğundan Müslüman olmayan topraklara adımını atacak olması da bir problemdir. Bu problemlerin nasıl aşıldığını okuyunca yüzünüzde bir tebessüm oluşacak.
İlerleyen bölümlerde “Doğan Kardeş” dergisinin nasıl ortaya çıktığını öğrendiğiniz gibi “Nuh’un Gemisi” ile “ayakkabıcı boya sandığı” arasında ki bağlantıyı merak ve ilgi ile okuyacaksınız. Daha sonra boyacı sandıklarında kaybolan efsane ile galata köprüsünde ki boyacı sandıklarının tarihini okuyacaksınız. Siz sayfaları yeni bir şey öğrenmenin heyecanı ile açarken kaşınıza Dalkavuklara dayak atmanın ücret tarifesini görecek hem şaşıracak hem de güleceksiniz. Sayfalar çevrilirken “Charlie Chaplin”’in nasıl keşfedildiğini,”kız kulesi’nin Ayakkabıları”nı, oradan “Nazın Hikmet”in çocukluk ayakkabılarını” okuyacaksınız. Sonrasında Osmanlı’da Pabuç rengi olarak Türklerin Sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların Mavi, Yahudilerin Siyah renk giydiğini öğreniyor ve kafanızda canlandırmaya çalışıyorsunuz. Ben bu insanların ayaklarında rengârenk ayakkabılarla Beyoğlu’nda yürürken hayal ettim, siz bakalım nasıl hayal edeceksiniz.
Ayakkabı üzerine öykü tadında makaleler sizi koltuğunuzdan kalkmamanızı ve sıcak çayınızın keyfini yaşamanıza sebep olacak.”Sargıyı Sakın Açmayın” başlıklı bölümü okurken Kemalettin Tuğcu’nun acı hayatı ile karşılaşıyor ve bu da olur mu diyorsunuz.”Ölen Kocanın Ayakkabıları” adlı bölümü okurken Kaptanıderya Yusuf Paşa’nın trajik hayatını da okumuş olacaksınız. Kitabın sonlarına doğru yüz elli altı yaşına kadar yaşayan ve Amerika’da trajik bir şekilde hayatını kaybeden “Zaro Ağa”yı ibretle okuyacak ve gene hayret diyeceksiniz. Yaşı yanlış duymadınız.
Tüm bölümleri özetlememi siz de beklemezsiniz zannederim. Geri kalan bölümleri size bırakıyorum. İhmal eder okumazsanız kaçırdığınız şeyleri de öğrenmemiş olursunuz. Kitaba verilen zaman hiçbir zaman kayıp değildir. Kitaplar, artık zamanda aradan çıkarılacak dostlarımız olmadığı gibi kenarda unutulacak değersiz eşyalar da değildir. Okumaktan sıkılmadığım ve her bölümünü merakla takip ettiğim bu kitabı için yazarın emeğine ve kalemine sağlık diyorum.

M.Metin Bayram
Yazar; Sunay Akın
Yayınevi; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kitap tanıtım/eleştiri ve özetlerinde seçim yaparken politik ve siyasi kitaplardan ziyade D&R,İNKILÂP v.b yayınevlerinde en çok satanlar bölümünde okunan aktüel kitapları tercih ediyorum. Ahmet Şık’ın yazdığı “oookitap”,Nazlı Ilıcak’ın yazdığı “The Cemaat”,barış pehliva&terkoğlu’nun yazdığı “Wikileaks Sızıntı” kitaplarını pek anlatma lüzumu da hissetmiyorum. The Cemaat, baştan sona ifadelerden, yazarların köşe yazılarından ve kitaplardan alıntı yapılarak yazılmış, Sızıntı ve oookitap da aynı şekilde birbirinin aynı ve alıntılarla dolu. Hanefi Avcı’nın “Simon”larını okudu iseniz pek fazla bir şey bulamayacaksınız. Sızıntı biraz daha aktüel kalmış gibi ama orada yazılanların çoğu gazetelerde yazıldığı gibi kitap üç kişinin Sabri Uzun, Hanefi Avcı ve Emin Arslan etrafında dönüyor ki, daha önce söyledikleri alıntılanmış ve ortaya yeni bir şey konulmamış. Taha Akyol’un son kitabı “Atatürk’ün İhtilal Hukuku”,bir önceki kitabı olan “Ama hangi Atatürk”ün devamı niteliğinde ve bu tür kitaplardan hoşlananlar için yazılmış “niş” bir kitap olup herkese hitap etmemektedir.
Bu şekilde kısa bir açıklamadan sonra, size tanıtacağım kitaba geçebilirim. Sunay Akın’ın sıkılmadan, bir çırpıda okuyacağınız Öykü tadında ki bu kitabında, o tatlı üslubundan yeni şeyler öğrenirken bazen şaşıracak, hayret edecek bazen de eskilere gidip geçmişin ince noktalarında gezinti yapacaksınız. Sunay Akın bazıları tarafından kıvrak kalemli diye tasvir edilse de ben bu sözde biraz dansözlük hissettiğimden onun yerine, akıcı, gizemli ve sizi sıkmayan kalemi ile her bölümünü heyecan ile okuyacak ve yazarın başlık ile konuyu nasıl bağlayacağını merakla bekleyeceksiniz diyeceğim. Konuşma üslubu tarzındaki yazılarını okurken tarihin bilinmeyen koridorlarında gezecek ve siz de yazılanları hayal edip, yazıyı okurken o anı yaşayacaksınız.
Yazar “gözleri oyulan freskler” başlığı ile ilk bölüme başlıyor. Siz merakla ne anlatacak diye okumaya başlıyorsunuz.”Orada bir köy var uzakta/O köy bizim köyümüzdür” dizeleri ile bölüme giriş yapınca fresk ile bu dizelerin nasıl bir bağlantısı olur diye merakla okumaya devam ediyorsunuz. Daha sonra evli bir kadının, sevdiği ile bir gece yarısı kaçmasını ve ayakkabısının içinde kendisini rahatsız eden bir nesneyi, kaçarken bakamadığından, ilk mola verdiklerinde kontrol ettiğinde, elinde ki bir tomar paraya bakarak gözlerine inanamadığını siz de şaşkınlıkla okuyacaksınız. Daha sonra Kocasının, karısının kaçacağını bildiğinden, ayakkabısının içine, bana o kadar hizmet etti, başkasına muhtaç olmasın diye para koyan kişi olduğunu öğrenince hepten şaşıracak, garipseyecek ve bu nasıl bir koca diye merak edeceksiniz. Siz hem “gözleri oyulan fresk”i hem de kaçan eşine para veren adamı merak ede durun yazar oradan Metin Erksan’a atlayacaktır.
Metin Erksan’ın 23 yaşında Aşık Veysel’in hayatını çektiği filmi okumaya başlayınca puzzle tamamlamış olacaksınız.Senaryo da gene kaçan bir kadın var,gece terk edilmiş bir kilise de saklanırlar.Kaçtığı adam,sabah kasabaya alışverişe gidince kadın tek başına uyanır.Kilisenin duvarlarına baktığında İsa peygamberin ve havarilerin gözleri oyulmuş fresklerini görür.Anadolu’da resmin günah olduğuna inanan Müslümanlar,canlılıklarını kaybettirmek için kilisenin duvarlarında ki fresklerin gözlerini oymuşlardır.Kız uyanır uyanmaz karşısında gözleri oyulmuş freskleri görünce ..…siz yazıyı okumaya devam ettirdiğinizde kadın ile Aşık Veysel arasında ki bağlantıyı da öğrenmiş olacak, kitabı elinizden bırakıp hayretle koltuğunuzun arkasına yaslanacak ve böyle bir şey olabilir mi diye düşüneceksiniz.Şimdiden merak ettiniz değil mi?
Sonra merakla ikinci bölüme geçeceksiniz.,”tutuklular çemberi”.Burada da bölüm Dr.Sugita Genpaku ve anatomi kitabı ile başlıyor.İlk bölümden sürprize hazır olduğunuzdan bölüme o merakla devam ediyorsunuz.Daha sonra Japon seramiklerinin Avrupa’ya ihracatı sırasında,bu eserlerin kağıt yokluğundan geleneksel Japon resim sanatı olan “ukiyo-e”lere sarılmasını,Anvers limanında seramik tabak,çanak ve fincanların çıkartılıp,kağıtların bir köşeye atılmasını okuyacaksınız.Çöpe atılan bu kağıtların,bazı kişilerin dikkatini çekmesi sonucu toplanmaya başlandığını ve bunlardan birinin de hayranlıkla bu kağıtları toplayıp, resimlerini yapan “Vincent Van Gogh” olduğunu öğreneceksiniz.
Peki, tutuklular çemberi nedir? O da “Dore”nin “Newgat Hapishanesinde Volta Atan Mahkûmlar” adlı tablosunu, Van Gogh’un, kendisinin akıl hastanesinde yaşadığı sıkılmışlıkla bir tutup aynen tuvale aktarmasıdır. Bir fark vardır, orada özgürlük tutkusu ve suçluluk duygusu ile tur atan mahkûmlar arasında, bize doğru bakan ve şapka giymemiş tek mahkûm Van Gogh’tan başkası değildir.
Sonra “Abdulaziz’e Her Yer İstanbul!” adlı bölüme geçiyorsunuz. Abdulaziz’in Avrupa’ya yapacağı ziyaret sırasında oldukça önemli bir hukuki sorun yaşanır. Padişahın adımını atacağı her yer Payitaht, yani kendi toprağı sayılacaktır ve aynı zamanda halife olduğundan Müslüman olmayan topraklara adımını atacak olması da bir problemdir. Bu problemlerin nasıl aşıldığını okuyunca yüzünüzde bir tebessüm oluşacak.
İlerleyen bölümlerde “Doğan Kardeş” dergisinin nasıl ortaya çıktığını öğrendiğiniz gibi “Nuh’un Gemisi” ile “ayakkabıcı boya sandığı” arasında ki bağlantıyı merak ve ilgi ile okuyacaksınız. Daha sonra boyacı sandıklarında kaybolan efsane ile galata köprüsünde ki boyacı sandıklarının tarihini okuyacaksınız. Siz sayfaları yeni bir şey öğrenmenin heyecanı ile açarken kaşınıza Dalkavuklara dayak atmanın ücret tarifesini görecek hem şaşıracak hem de güleceksiniz. Sayfalar çevrilirken “Charlie Chaplin”’in nasıl keşfedildiğini,”kız kulesi’nin Ayakkabıları”nı, oradan “Nazın Hikmet”in çocukluk ayakkabılarını” okuyacaksınız. Sonrasında Osmanlı’da Pabuç rengi olarak Türklerin Sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların Mavi, Yahudilerin Siyah renk giydiğini öğreniyor ve kafanızda canlandırmaya çalışıyorsunuz. Ben bu insanların ayaklarında rengârenk ayakkabılarla Beyoğlu’nda yürürken hayal ettim, siz bakalım nasıl hayal edeceksiniz.
Ayakkabı üzerine öykü tadında makaleler sizi koltuğunuzdan kalkmamanızı ve sıcak çayınızın keyfini yaşamanıza sebep olacak.”Sargıyı Sakın Açmayın” başlıklı bölümü okurken Kemalettin Tuğcu’nun acı hayatı ile karşılaşıyor ve bu da olur mu diyorsunuz.”Ölen Kocanın Ayakkabıları” adlı bölümü okurken Kaptanıderya Yusuf Paşa’nın trajik hayatını da okumuş olacaksınız. Kitabın sonlarına doğru yüz elli altı yaşına kadar yaşayan ve Amerika’da trajik bir şekilde hayatını kaybeden “Zaro Ağa”yı ibretle okuyacak ve gene hayret diyeceksiniz. Yaşı yanlış duymadınız.
Tüm bölümleri özetlememi siz de beklemezsiniz zannederim. Geri kalan bölümleri size bırakıyorum. İhmal eder okumazsanız kaçırdığınız şeyleri de öğrenmemiş olursunuz. Kitaba verilen zaman hiçbir zaman kayıp değildir. Kitaplar, artık zamanda aradan çıkarılacak dostlarımız olmadığı gibi kenarda unutulacak değersiz eşyalar da değildir. Okumaktan sıkılmadığım ve her bölümünü merakla takip ettiğim bu kitabı için yazarın emeğine ve kalemine sağlık diyorum.

M.Metin Bayram
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.