Sinemada Haftanın Filmi: THE HELP
13.03.2012 - 08:28, Güncelleme:
13.03.2012 - 08:28
Sinemada Haftanın Filmi: THE HELP
Zeytinburnu Haber Yazarı Mehmet Bayram Sinemada Bu Hafta köşesinde Duyguların Rengi kitabından uyarlanan The Help Filmini özetledi
THE HELP-YARDIMCI & DUYGULARIN RENGİ Yapım: 2010_2011 - ABD Tür: Biyografi, Dram, Komedi, Politik, Yönetmen: Tate Taylor, Oyuncular: Emma Stone, Bryce Dallas Howard, Mike Vogel, Sissy Spacek, Allison Janney, Viola Davis, Jessica Chastain, Chris Lowell, Anna Camp, Shane Mcrae, Dana Ivey, Cicely Tyson, Ahna O'reilly, Wes Chatham, Octavia Spencer, Brian Kerwin, Senaryo (Kitap): Kathryn Stockett, Kathryn Stockett’in “DUYGULARIN RENGİ”kitabından uyarlanan “THE HELP” filmi, kitabı ile aynı anda sanatseverlerin hizmetine sunuldu. En İyi Film, En iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterilen film de Octavia Spencer, en iyi yardımcı kadın oyuncu OSCAR’ını alarak büyük bir başarıya imza attı. Her zaman Eşitlikten ve adaletten dem vursak da nerde yaşarsak yaşayalım biz/ben ve ötekiler olmuş ya dışlamış veya dışlanmışızdır. Kendimizi öteki zannettiğimiz gibi zannettirdiklerimiz de olmuştur. Film, beyaz ırkın üstün olduğu diğer renklerin insan olarak görülmeyip hor ve hakir bakılıp evlerde hizmetçi olarak istihdam edildiği, aynı evde yaşamalarına rağmen aynı tuvaletlerin bile kullanılmadığı herkesin de bunu kabullendiği1960’ların Mississipi’sin de geçiyor. Aslında “Missisipi Yanıyor 1-2 “ filmlerini seyretti iseniz bu filmi daha iyi anlayabilirsiniz. Seyretmedi iseniz mutlaka bulun ve seyredin. O zaman bu film kafanızda tam oturacak ve orada yaşananları daha iyi anlayabileceksiniz. Aibileen Clark (Viola Davis),büyükannesi köle olan, annesi hizmetçilik yapan ve kendiside hizmetçi olan siyahî bir kadın. İşi yemek, temizlik, ütü ve alışveriş yapmak. Tabii en önemli işi beyaz çocuklara bakıp büyütmek. Tam 17 çocuğu bu şekilde büyütmüş. Aslında Minny (Octavia Spencer) dâhil Mississipi Jackson’da tüm zenciler hizmetçilik yapmakta ve ötekileştirilip ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler. Zengin beyaz ailelerden birinin kızı olan Skeeter (Emma Stone), yeni mezun olmuş ve yazar olmak istemektedir. Bir dergide okuyuculardan gelen sorulara temizlik önerilerinde bulunan bir köşesi bulunmaktadır. Yaşadığı çevredeki beyazlar gibi hiçbir ev işinde çalışmadığından bilgisi olmayan bir mevzuda yazı yazamayacağı için aibileen’den yardım ister. Başlangıçta bilgi almak amacı ile yapılan buluşmalar, Skeeter’i büyüten ve yirmi dokuz yıl ona bakan Constantine’yi annesinin kovması ile ortak bir hedefe doğru kayar. Bu Skeeter’e çok ağır gelir ve yaşadığı ortamı sorgulamaya başlar. Aibileen ile konuşarak,”Beyaz aileler ile çalışmak, onlara yardımcı olmak nasıl bir duygu? Bu şekilde nasıl yaşıyorsunuz?” ben soracağım sen cevap vereceksin ve bunu kitap haline getireceğiz der. Zenci hizmetçilerin zengin ve şımarık beyazlar ile olan ilişkilerini anlatacak olan bu kitap onlar için tehlikeli olacak ve başlarına dert açacaktır. Başta bunu kabul etmeyen ve korkan aibileen,Minny’nin (Octavia Spencer) başına gelenlerden sonra yardım etmeye karar verir. Kitap ortaya çıktıkça siz de başlarından geçen acı gerçekleri öğrenmeye başlıyorsunuz. Aibileen’in çocuğuna bir beyazın kamyon ile çarpıp, zencilerin hastanesine bırakıp gittiğini, çocuğun ciğerleri parçalandığından yapılacak bir şey olmadığını ve aibileen’in onu eve getirip, kanepeye yatırıp ölmesini beklediğini öğreniyor ve üzülüyorsunuz. Anlatırken ki sergilediği rol çok güzel. Film de zencilerin kilisesinin ayrı, hastanesinin ayrı ve tuvaletlerinin ayrı olduğunu ve Minny’nin çok sıkıştığından dolayı mecbur kalıp, çalıştığı evde beyazların kullandığı tuvaleti kullanmasından dolayı kovulduğunu öğreniyor ve bu kadar da olur mu diye düşünüyorsunuz. Yaşadıkları yerde kendilerinin her türlü hizmetini gören, kendi çocuklarını kucaklarına almayıp, bezlerini bile değiştirmeyen, zencilere böcek muamelesi yapan Zengin ve şımarık beyaz kadınların “Afrikalı Çocukların Açlığını Gidermek İçin” kampanya başlatmalarına da gülüyorsunuz. Aslında size ilginç gelen davranışları da yok değil. Çocuklarını emanet ettikleri ve yemeklerini yaptırdıkları zencilere, tuvaletlerini kullandırtmamaları, önemsedikleri konular hakkında sizi de düşünmeye itiyor ve anlayışlarında ki çarpıklığı gözler önüne seriyor. Film de beyaz-zenci ilişkisini hem günlük yaşam devam ederken hem de kitap yazılırken anlatılan yaşanmış hikâyeleri dinleyerek takip ediyorsunuz. Filmi romantik dram yapan en önemli etken, zencilerin beyaz burjuva kadınlar tarafından aşağılanması ve hor görülmesi olmuş. Yönetmen, film de erkekleri hemen hemen hiç kullanmamış ve göstermemiş diyebiliriz. Mississipi yanıyor 1–2 de ise erkekler ve Ku Klux Klan’lar hâkim idi ve size gerilim-korku dolu sahneler ile zenci-beyaz ilişkisini anlatıyordu. Burada kadınların olması zenci karakterin beyazlar tarafından dışlanmasını çok ajite etmediği gibi yer yer komikleştirmiş de diyebilirim. Bu arada Skeeter’in yayıncısı kitap için on iki farklı karakter daha bulmasını söylüyor, fakat zenci hizmetçiler konuşmak istemiyorlar. O hem yeni karakterler bulmak için çabalarken, annesi de bugüne kadar hiçbir erkek ile çıkmayan kızının, karşısına çıkan Stuart ile yemeğe gitmesini istiyor ve zor da olsa aralarında bir ilişki başlıyor. Stuart ile ilişkisi rayına oturduğunda kendisi adına güzel bir gelişme daha oluyor, Yule Mae Davis, hırsızlıktan tutuklanınca tüm hizmetliler konuşmaya karar veriyor ve hepsi hikâyelerini anlatıyor. Son hikâye olan bakıcısı Constantine’nin nasıl kovulduğunu annesinden öğreniyor ve onu da ekleyerek kitabı baskıya gönderiyor. Kitap yayınlanıyor ve Jackson karışıyor. Hikâyeler gerçek fakat isimler hayali olduğundan kimse Skeeter’i suçlayamıyor fakat herkes kitap da kendisini buluyor. Kitaptan kazandığı parayı kendisine hikâyelerini anlatan hizmetçilere dağıtıyor. İyi şeylerin yanında kötüler de oluyor ve Stuart,Skeeter’i terk ediyor. Olsun onu New York’da bekleyen bir sürü kişi vardır. Yayınevi onu New York’a çağırmıştır. Filmin sonunda Aibileen’in kendisini kovdurmak isteyen Miss Hily’e söylediği söz de çok güzel ve bir tokat gibi suratında patlıyor.”Siz TANRISIZ bir kadınsınız. Hiç yorulmaz mısınız kötülük yapmaktan?” Söyleniş şekli ve vurgusu herkesi etkileyecektir. Tabii Annesinin de Skeeter’e söylediği sözü de yazmadan geçemeyeceğim.” Cesaret bazen nesilden nesile geçer, ailemize geri getirdiğin için teşekkür ediyorum. Seninle hiç bu kadar gururlanmamıştım.” Filme erkeklerden ziyade kadınların hâkim olması ve renginden dolayı horlanan tek karakterden ziyade çok oyunculu birçok karakteri merkezine alması filmin gerilmeden seyredilebilir olmasını sağlamış. ”Toplumsal veya Mahalle Baskısı” teriminin çok güzel bir şekilde filmde nasıl işlendiğini görüyor ve zenciler ile sıcak ilişki kurmak isteyen beyazların nasıl dışlandığını ve soyutlandığını izliyorsunuz. Bütün bunlara karşı genç bir kızın ırkçılık ayrımcılığının yanlışlığını ve ötelenenin rengi ne olursa olsun insan olduğu gerçeğini ortaya çıkartmak amacı ile verdiği mücadeleyi önce kendi evinde ve sonra yaşadığı çevrede vermesini zevkle seyrediyor ve en önemlisi bu tür filmlerde olan gerilimi yaşamıyorsunuz. The help, Konusu itibari ile tonlarca filminin yapılması ve bir sürü de dizisinin olmasına rağmen Amerikan sinemaseverler tarafından tekrar ilgiliyle seyredilmesinin sebebi bu filmde kadın oyucuların hâkim olması ve ilk defa ırkçılık veya zenci kategorisinin kadın gözü ve yaşayışları şeklinde verilmesidir. Amerikan burjuvasında beyaz kadınlar ve zencilerin yaşayışları ve birbirlerine bakışlarını romantik-dram ve komedi şeklinde vermiş ki bunu da çok güzel başarmış. M.Metin Bayram
Zeytinburnu Haber Yazarı Mehmet Bayram Sinemada Bu Hafta köşesinde Duyguların Rengi kitabından uyarlanan The Help Filmini özetledi
THE HELP-YARDIMCI & DUYGULARIN RENGİ
Yapım: 2010_2011 - ABD
Tür: Biyografi, Dram, Komedi, Politik,
Yönetmen: Tate Taylor,
Oyuncular: Emma Stone, Bryce Dallas Howard, Mike Vogel, Sissy Spacek, Allison Janney, Viola Davis, Jessica Chastain, Chris Lowell, Anna Camp, Shane Mcrae, Dana Ivey, Cicely Tyson, Ahna O'reilly, Wes Chatham, Octavia Spencer, Brian Kerwin,
Senaryo (Kitap): Kathryn Stockett,
Kathryn Stockett’in “DUYGULARIN RENGİ”kitabından uyarlanan “THE HELP” filmi, kitabı ile aynı anda sanatseverlerin hizmetine sunuldu. En İyi Film, En iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterilen film de Octavia Spencer, en iyi yardımcı kadın oyuncu OSCAR’ını alarak büyük bir başarıya imza attı.
Her zaman Eşitlikten ve adaletten dem vursak da nerde yaşarsak yaşayalım biz/ben ve ötekiler olmuş ya dışlamış veya dışlanmışızdır. Kendimizi öteki zannettiğimiz gibi zannettirdiklerimiz de olmuştur. Film, beyaz ırkın üstün olduğu diğer renklerin insan olarak görülmeyip hor ve hakir bakılıp evlerde hizmetçi olarak istihdam edildiği, aynı evde yaşamalarına rağmen aynı tuvaletlerin bile kullanılmadığı herkesin de bunu kabullendiği1960’ların Mississipi’sin de geçiyor. Aslında “Missisipi Yanıyor 1-2 “ filmlerini seyretti iseniz bu filmi daha iyi anlayabilirsiniz. Seyretmedi iseniz mutlaka bulun ve seyredin. O zaman bu film kafanızda tam oturacak ve orada yaşananları daha iyi anlayabileceksiniz.
Aibileen Clark (Viola Davis),büyükannesi köle olan, annesi hizmetçilik yapan ve kendiside hizmetçi olan siyahî bir kadın. İşi yemek, temizlik, ütü ve alışveriş yapmak. Tabii en önemli işi beyaz çocuklara bakıp büyütmek. Tam 17 çocuğu bu şekilde büyütmüş. Aslında Minny (Octavia Spencer) dâhil Mississipi Jackson’da tüm zenciler hizmetçilik yapmakta ve ötekileştirilip ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler.
Zengin beyaz ailelerden birinin kızı olan Skeeter (Emma Stone), yeni mezun olmuş ve yazar olmak istemektedir. Bir dergide okuyuculardan gelen sorulara temizlik önerilerinde bulunan bir köşesi bulunmaktadır. Yaşadığı çevredeki beyazlar gibi hiçbir ev işinde çalışmadığından bilgisi olmayan bir mevzuda yazı yazamayacağı için aibileen’den yardım ister. Başlangıçta bilgi almak amacı ile yapılan buluşmalar, Skeeter’i büyüten ve yirmi dokuz yıl ona bakan Constantine’yi annesinin kovması ile ortak bir hedefe doğru kayar. Bu Skeeter’e çok ağır gelir ve yaşadığı ortamı sorgulamaya başlar. Aibileen ile konuşarak,”Beyaz aileler ile çalışmak, onlara yardımcı olmak nasıl bir duygu? Bu şekilde nasıl yaşıyorsunuz?” ben soracağım sen cevap vereceksin ve bunu kitap haline getireceğiz der. Zenci hizmetçilerin zengin ve şımarık beyazlar ile olan ilişkilerini anlatacak olan bu kitap onlar için tehlikeli olacak ve başlarına dert açacaktır. Başta bunu kabul etmeyen ve korkan aibileen,Minny’nin (Octavia Spencer) başına gelenlerden sonra yardım etmeye karar verir.
Kitap ortaya çıktıkça siz de başlarından geçen acı gerçekleri öğrenmeye başlıyorsunuz. Aibileen’in çocuğuna bir beyazın kamyon ile çarpıp, zencilerin hastanesine bırakıp gittiğini, çocuğun ciğerleri parçalandığından yapılacak bir şey olmadığını ve aibileen’in onu eve getirip, kanepeye yatırıp ölmesini beklediğini öğreniyor ve üzülüyorsunuz. Anlatırken ki sergilediği rol çok güzel.
Film de zencilerin kilisesinin ayrı, hastanesinin ayrı ve tuvaletlerinin ayrı olduğunu ve Minny’nin çok sıkıştığından dolayı mecbur kalıp, çalıştığı evde beyazların kullandığı tuvaleti kullanmasından dolayı kovulduğunu öğreniyor ve bu kadar da olur mu diye düşünüyorsunuz. Yaşadıkları yerde kendilerinin her türlü hizmetini gören, kendi çocuklarını kucaklarına almayıp, bezlerini bile değiştirmeyen, zencilere böcek muamelesi yapan Zengin ve şımarık beyaz kadınların “Afrikalı Çocukların Açlığını Gidermek İçin” kampanya başlatmalarına da gülüyorsunuz. Aslında size ilginç gelen davranışları da yok değil. Çocuklarını emanet ettikleri ve yemeklerini yaptırdıkları zencilere, tuvaletlerini kullandırtmamaları, önemsedikleri konular hakkında sizi de düşünmeye itiyor ve anlayışlarında ki çarpıklığı gözler önüne seriyor.
Film de beyaz-zenci ilişkisini hem günlük yaşam devam ederken hem de kitap yazılırken anlatılan yaşanmış hikâyeleri dinleyerek takip ediyorsunuz. Filmi romantik dram yapan en önemli etken, zencilerin beyaz burjuva kadınlar tarafından aşağılanması ve hor görülmesi olmuş. Yönetmen, film de erkekleri hemen hemen hiç kullanmamış ve göstermemiş diyebiliriz. Mississipi yanıyor 1–2 de ise erkekler ve Ku Klux Klan’lar hâkim idi ve size gerilim-korku dolu sahneler ile zenci-beyaz ilişkisini anlatıyordu. Burada kadınların olması zenci karakterin beyazlar tarafından dışlanmasını çok ajite etmediği gibi yer yer komikleştirmiş de diyebilirim.
Bu arada Skeeter’in yayıncısı kitap için on iki farklı karakter daha bulmasını söylüyor, fakat zenci hizmetçiler konuşmak istemiyorlar. O hem yeni karakterler bulmak için çabalarken, annesi de bugüne kadar hiçbir erkek ile çıkmayan kızının, karşısına çıkan Stuart ile yemeğe gitmesini istiyor ve zor da olsa aralarında bir ilişki başlıyor. Stuart ile ilişkisi rayına oturduğunda kendisi adına güzel bir gelişme daha oluyor, Yule Mae Davis, hırsızlıktan tutuklanınca tüm hizmetliler konuşmaya karar veriyor ve hepsi hikâyelerini anlatıyor. Son hikâye olan bakıcısı Constantine’nin nasıl kovulduğunu annesinden öğreniyor ve onu da ekleyerek kitabı baskıya gönderiyor.
Kitap yayınlanıyor ve Jackson karışıyor. Hikâyeler gerçek fakat isimler hayali olduğundan kimse Skeeter’i suçlayamıyor fakat herkes kitap da kendisini buluyor. Kitaptan kazandığı parayı kendisine hikâyelerini anlatan hizmetçilere dağıtıyor. İyi şeylerin yanında kötüler de oluyor ve Stuart,Skeeter’i terk ediyor. Olsun onu New York’da bekleyen bir sürü kişi vardır. Yayınevi onu New York’a çağırmıştır.
Filmin sonunda Aibileen’in kendisini kovdurmak isteyen Miss Hily’e söylediği söz de çok güzel ve bir tokat gibi suratında patlıyor.”Siz TANRISIZ bir kadınsınız. Hiç yorulmaz mısınız kötülük yapmaktan?” Söyleniş şekli ve vurgusu herkesi etkileyecektir. Tabii Annesinin de Skeeter’e söylediği sözü de yazmadan geçemeyeceğim.” Cesaret bazen nesilden nesile geçer, ailemize geri getirdiğin için teşekkür ediyorum. Seninle hiç bu kadar gururlanmamıştım.”
Filme erkeklerden ziyade kadınların hâkim olması ve renginden dolayı horlanan tek karakterden ziyade çok oyunculu birçok karakteri merkezine alması filmin gerilmeden seyredilebilir olmasını sağlamış. ”Toplumsal veya Mahalle Baskısı” teriminin çok güzel bir şekilde filmde nasıl işlendiğini görüyor ve zenciler ile sıcak ilişki kurmak isteyen beyazların nasıl dışlandığını ve soyutlandığını izliyorsunuz. Bütün bunlara karşı genç bir kızın ırkçılık ayrımcılığının yanlışlığını ve ötelenenin rengi ne olursa olsun insan olduğu gerçeğini ortaya çıkartmak amacı ile verdiği mücadeleyi önce kendi evinde ve sonra yaşadığı çevrede vermesini zevkle seyrediyor ve en önemlisi bu tür filmlerde olan gerilimi yaşamıyorsunuz.
The help, Konusu itibari ile tonlarca filminin yapılması ve bir sürü de dizisinin olmasına rağmen Amerikan sinemaseverler tarafından tekrar ilgiliyle seyredilmesinin sebebi bu filmde kadın oyucuların hâkim olması ve ilk defa ırkçılık veya zenci kategorisinin kadın gözü ve yaşayışları şeklinde verilmesidir. Amerikan burjuvasında beyaz kadınlar ve zencilerin yaşayışları ve birbirlerine bakışlarını romantik-dram ve komedi şeklinde vermiş ki bunu da çok güzel başarmış.

M.Metin Bayram
Yapım: 2010_2011 - ABD
Tür: Biyografi, Dram, Komedi, Politik,
Yönetmen: Tate Taylor,
Oyuncular: Emma Stone, Bryce Dallas Howard, Mike Vogel, Sissy Spacek, Allison Janney, Viola Davis, Jessica Chastain, Chris Lowell, Anna Camp, Shane Mcrae, Dana Ivey, Cicely Tyson, Ahna O'reilly, Wes Chatham, Octavia Spencer, Brian Kerwin,
Senaryo (Kitap): Kathryn Stockett,
Kathryn Stockett’in “DUYGULARIN RENGİ”kitabından uyarlanan “THE HELP” filmi, kitabı ile aynı anda sanatseverlerin hizmetine sunuldu. En İyi Film, En iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterilen film de Octavia Spencer, en iyi yardımcı kadın oyuncu OSCAR’ını alarak büyük bir başarıya imza attı.
Her zaman Eşitlikten ve adaletten dem vursak da nerde yaşarsak yaşayalım biz/ben ve ötekiler olmuş ya dışlamış veya dışlanmışızdır. Kendimizi öteki zannettiğimiz gibi zannettirdiklerimiz de olmuştur. Film, beyaz ırkın üstün olduğu diğer renklerin insan olarak görülmeyip hor ve hakir bakılıp evlerde hizmetçi olarak istihdam edildiği, aynı evde yaşamalarına rağmen aynı tuvaletlerin bile kullanılmadığı herkesin de bunu kabullendiği1960’ların Mississipi’sin de geçiyor. Aslında “Missisipi Yanıyor 1-2 “ filmlerini seyretti iseniz bu filmi daha iyi anlayabilirsiniz. Seyretmedi iseniz mutlaka bulun ve seyredin. O zaman bu film kafanızda tam oturacak ve orada yaşananları daha iyi anlayabileceksiniz.
Aibileen Clark (Viola Davis),büyükannesi köle olan, annesi hizmetçilik yapan ve kendiside hizmetçi olan siyahî bir kadın. İşi yemek, temizlik, ütü ve alışveriş yapmak. Tabii en önemli işi beyaz çocuklara bakıp büyütmek. Tam 17 çocuğu bu şekilde büyütmüş. Aslında Minny (Octavia Spencer) dâhil Mississipi Jackson’da tüm zenciler hizmetçilik yapmakta ve ötekileştirilip ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler.
Zengin beyaz ailelerden birinin kızı olan Skeeter (Emma Stone), yeni mezun olmuş ve yazar olmak istemektedir. Bir dergide okuyuculardan gelen sorulara temizlik önerilerinde bulunan bir köşesi bulunmaktadır. Yaşadığı çevredeki beyazlar gibi hiçbir ev işinde çalışmadığından bilgisi olmayan bir mevzuda yazı yazamayacağı için aibileen’den yardım ister. Başlangıçta bilgi almak amacı ile yapılan buluşmalar, Skeeter’i büyüten ve yirmi dokuz yıl ona bakan Constantine’yi annesinin kovması ile ortak bir hedefe doğru kayar. Bu Skeeter’e çok ağır gelir ve yaşadığı ortamı sorgulamaya başlar. Aibileen ile konuşarak,”Beyaz aileler ile çalışmak, onlara yardımcı olmak nasıl bir duygu? Bu şekilde nasıl yaşıyorsunuz?” ben soracağım sen cevap vereceksin ve bunu kitap haline getireceğiz der. Zenci hizmetçilerin zengin ve şımarık beyazlar ile olan ilişkilerini anlatacak olan bu kitap onlar için tehlikeli olacak ve başlarına dert açacaktır. Başta bunu kabul etmeyen ve korkan aibileen,Minny’nin (Octavia Spencer) başına gelenlerden sonra yardım etmeye karar verir.
Kitap ortaya çıktıkça siz de başlarından geçen acı gerçekleri öğrenmeye başlıyorsunuz. Aibileen’in çocuğuna bir beyazın kamyon ile çarpıp, zencilerin hastanesine bırakıp gittiğini, çocuğun ciğerleri parçalandığından yapılacak bir şey olmadığını ve aibileen’in onu eve getirip, kanepeye yatırıp ölmesini beklediğini öğreniyor ve üzülüyorsunuz. Anlatırken ki sergilediği rol çok güzel.
Film de zencilerin kilisesinin ayrı, hastanesinin ayrı ve tuvaletlerinin ayrı olduğunu ve Minny’nin çok sıkıştığından dolayı mecbur kalıp, çalıştığı evde beyazların kullandığı tuvaleti kullanmasından dolayı kovulduğunu öğreniyor ve bu kadar da olur mu diye düşünüyorsunuz. Yaşadıkları yerde kendilerinin her türlü hizmetini gören, kendi çocuklarını kucaklarına almayıp, bezlerini bile değiştirmeyen, zencilere böcek muamelesi yapan Zengin ve şımarık beyaz kadınların “Afrikalı Çocukların Açlığını Gidermek İçin” kampanya başlatmalarına da gülüyorsunuz. Aslında size ilginç gelen davranışları da yok değil. Çocuklarını emanet ettikleri ve yemeklerini yaptırdıkları zencilere, tuvaletlerini kullandırtmamaları, önemsedikleri konular hakkında sizi de düşünmeye itiyor ve anlayışlarında ki çarpıklığı gözler önüne seriyor.
Film de beyaz-zenci ilişkisini hem günlük yaşam devam ederken hem de kitap yazılırken anlatılan yaşanmış hikâyeleri dinleyerek takip ediyorsunuz. Filmi romantik dram yapan en önemli etken, zencilerin beyaz burjuva kadınlar tarafından aşağılanması ve hor görülmesi olmuş. Yönetmen, film de erkekleri hemen hemen hiç kullanmamış ve göstermemiş diyebiliriz. Mississipi yanıyor 1–2 de ise erkekler ve Ku Klux Klan’lar hâkim idi ve size gerilim-korku dolu sahneler ile zenci-beyaz ilişkisini anlatıyordu. Burada kadınların olması zenci karakterin beyazlar tarafından dışlanmasını çok ajite etmediği gibi yer yer komikleştirmiş de diyebilirim.
Bu arada Skeeter’in yayıncısı kitap için on iki farklı karakter daha bulmasını söylüyor, fakat zenci hizmetçiler konuşmak istemiyorlar. O hem yeni karakterler bulmak için çabalarken, annesi de bugüne kadar hiçbir erkek ile çıkmayan kızının, karşısına çıkan Stuart ile yemeğe gitmesini istiyor ve zor da olsa aralarında bir ilişki başlıyor. Stuart ile ilişkisi rayına oturduğunda kendisi adına güzel bir gelişme daha oluyor, Yule Mae Davis, hırsızlıktan tutuklanınca tüm hizmetliler konuşmaya karar veriyor ve hepsi hikâyelerini anlatıyor. Son hikâye olan bakıcısı Constantine’nin nasıl kovulduğunu annesinden öğreniyor ve onu da ekleyerek kitabı baskıya gönderiyor.
Kitap yayınlanıyor ve Jackson karışıyor. Hikâyeler gerçek fakat isimler hayali olduğundan kimse Skeeter’i suçlayamıyor fakat herkes kitap da kendisini buluyor. Kitaptan kazandığı parayı kendisine hikâyelerini anlatan hizmetçilere dağıtıyor. İyi şeylerin yanında kötüler de oluyor ve Stuart,Skeeter’i terk ediyor. Olsun onu New York’da bekleyen bir sürü kişi vardır. Yayınevi onu New York’a çağırmıştır.
Filmin sonunda Aibileen’in kendisini kovdurmak isteyen Miss Hily’e söylediği söz de çok güzel ve bir tokat gibi suratında patlıyor.”Siz TANRISIZ bir kadınsınız. Hiç yorulmaz mısınız kötülük yapmaktan?” Söyleniş şekli ve vurgusu herkesi etkileyecektir. Tabii Annesinin de Skeeter’e söylediği sözü de yazmadan geçemeyeceğim.” Cesaret bazen nesilden nesile geçer, ailemize geri getirdiğin için teşekkür ediyorum. Seninle hiç bu kadar gururlanmamıştım.”
Filme erkeklerden ziyade kadınların hâkim olması ve renginden dolayı horlanan tek karakterden ziyade çok oyunculu birçok karakteri merkezine alması filmin gerilmeden seyredilebilir olmasını sağlamış. ”Toplumsal veya Mahalle Baskısı” teriminin çok güzel bir şekilde filmde nasıl işlendiğini görüyor ve zenciler ile sıcak ilişki kurmak isteyen beyazların nasıl dışlandığını ve soyutlandığını izliyorsunuz. Bütün bunlara karşı genç bir kızın ırkçılık ayrımcılığının yanlışlığını ve ötelenenin rengi ne olursa olsun insan olduğu gerçeğini ortaya çıkartmak amacı ile verdiği mücadeleyi önce kendi evinde ve sonra yaşadığı çevrede vermesini zevkle seyrediyor ve en önemlisi bu tür filmlerde olan gerilimi yaşamıyorsunuz.
The help, Konusu itibari ile tonlarca filminin yapılması ve bir sürü de dizisinin olmasına rağmen Amerikan sinemaseverler tarafından tekrar ilgiliyle seyredilmesinin sebebi bu filmde kadın oyucuların hâkim olması ve ilk defa ırkçılık veya zenci kategorisinin kadın gözü ve yaşayışları şeklinde verilmesidir. Amerikan burjuvasında beyaz kadınlar ve zencilerin yaşayışları ve birbirlerine bakışlarını romantik-dram ve komedi şeklinde vermiş ki bunu da çok güzel başarmış.

M.Metin Bayram
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.