SEYİTNİZAM KONAKLARI
ELİT YAPI
Fatih Aydoğan
Köşe Yazarı
Fatih Aydoğan
 

NEME LAZIM !

Ülkemiz ve milletimiz son yıllarda önemli sınavlardan geçmektedir. Yaşadığımız hadiselerin sadece bir veya 2 tanesi başka ülkelerin başına gelmiş olsa idi şimdi o ülkeler yangın yerine dönmüş ve varlık mücadelesi veriyorlardı. Zaten örnekleri de var, ekonomik krizle boğuşan Yunanistan, darbe sonrası toparlanamayan Mısır, işgal sonrası Irak, iç savaş sonrası Suriye, istikrara kavuşamayan Afganistan, güçlüye karşı gelemeyen Ukrayna gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta yaşadığı terör saldırısı travmasını atlatamayan Fransa’da ilave edilebilir. Bu ülkelerin tamamını toplasanız ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunları yaşamamışlardır. Darbe teşebbüsü, dış müdahalelerle ekonomik kriz senaryolarının devreye sokulması, şehir merkezlerindeki terör saldırıları, PKK ve türevi terör örgütleri ile yapılan mücadele,Fetö ile yapılan mücadele, Daeş ile yapılan mücadele, Fırat Kalkanı Operasyonu, Avrupa’nın ülkemizi sindirme çalışmaları, tüm dünyanın ülkemizin güneyindeki sorunlarla bizi baş başa bırakmaya çalışması hatta sorunları bizzat organize etmeleri, Rusya ile çıkartılan krizler ve belki daha da çoğaltabileceğimiz birçok sorunla mücadele etmeye çalışan bir Türkiye var. Mücadele gerçekten çok çetin ve çok sert geçiyor. 1000 yıllık devlet geleneğimiz sayesinde ve milletimizin feraseti ile sorunlarla mücadele edebiliyoruz. İnsanımız tüm olumsuzluklara rağmen geleceğe umutla bakabiliyor. Özellikle Cumhurbaşkanı müthiş bir performans ile çalışıyor, bir gün Ankara’da, bir gün Kayseri’de, bir gün Hindistan’da bir gün Çin’de, bir gün Amerika’da öbür gün Belçika’da… Gerçekten insan tahammülünü zorlayacak bir efor sarf ediyor, Allah yardımcısı olsun. Ama kendi partisi dahil olmak üzere, milletimiz bu performansa ayak uyduramıyor. Partisini anladık ama “Milletimiz” derken neyi kastediyorum sorusu akla gelebilir. Kastettiğim şudur; sokaktaki vatandaşta her anlamda ülkesi için mücadele etmelidir. Memleketin aleyhine olduğunu bildiği işleri ve kişileri yetkililere bildirmek suretiyle de mücadeleye katkı verebilir. Dış dünyanın baskı kurmaya çalıştığını biliyor ve anlıyor ise buna karşı mücadele eden insanlara destek verebilir, eliyle olmasa diliyle, diliyle olmasa kalbiyle de olsa destek verebilir. Bulunduğu beldenin, ilçenin, ilin yönetimi kendi partisinden insanlarda olsa bile yanlış varsa mücadele etmelidir. Özellikle siyaset yapan insanların bu konuda sorumluluğu bulunmaktadır. Sadece aynı tarafta olduğu için yapılan haksızlıklara ses çıkartmamak ne ahlaki kurallara ne dinimize uygun değildir. Neme lazım, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dersek, memleketin istikbalini tehlikeye atmış oluruz. Neme lazım demek insanımıza yakışmaz. Bu konuda tarihte yaşanmış örnek bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Devlet-i Ali Osman’ınâkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır: “Neme lâzım be Sultânım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar, sabahı zor eder.Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:“Yahya Efendi beni üzdün, sorumu ciddiye almadın der”… Yahya Efendi: “Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.” Kanuni: “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.” “Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...” Kanuni bu cevap karşısında gözyaşlarını tutamaz ve başını sallayarak Yahya Efendi’yi tasdik eder. Evet değerli okurlar, yukarıdaki hadisede anlatıldığı gibi, bizler ne zaman adaletsizliğe karşı gelmeyiz, biliriz de susarız, duyarız da işitmeyiz, görürüz de görmeyiz, işte o zaman bu güzelim ülkemize en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Korkmayın, endişelenmeyin ve doğru bildiğinizi söylemekten geri durmayın, mücadelesinde Reis’i yalnız bırakmayın. Cumhurbaşkanımızı örnek alın, bütün dünya karşınızda olsa, yine de doğruları söyleyin. Zenbilli Ali Efendi’yi örnek alın, o ki Yavuz Selim gibi hiddetli bir sultanın hatalarını yüzüne karşı söylemiştir ve çok defasında doğru yola sevk etmiştir. Özellikle siyasetle uğraşanların sorumluluğu daha da fazladır. İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun, yanlış yapanın hatasını yüzüne yüzüne söyleyin. Yok söylemeyecekseniz oralarda durmanızın bir anlamı yok. Cumhurbaşkanı sürekli dökülenleri kırılanları toplamak zorunda değildir, O’nun doğruları konuşan, yanlışa karşı gelen, neme lazım demeyen cesur yol arkadaşlarına ihtiyacı var… Hayırlı Ramazanlar…
Ekleme Tarihi: 26 Mayıs 2017 - Cuma

NEME LAZIM !

Ülkemiz ve milletimiz son yıllarda önemli sınavlardan geçmektedir. Yaşadığımız hadiselerin sadece bir veya 2 tanesi başka ülkelerin başına gelmiş olsa idi şimdi o ülkeler yangın yerine dönmüş ve varlık mücadelesi veriyorlardı. Zaten örnekleri de var, ekonomik krizle boğuşan Yunanistan, darbe sonrası toparlanamayan Mısır, işgal sonrası Irak, iç savaş sonrası Suriye, istikrara kavuşamayan Afganistan, güçlüye karşı gelemeyen Ukrayna gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta yaşadığı terör saldırısı travmasını atlatamayan Fransa’da ilave edilebilir. Bu ülkelerin tamamını toplasanız ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunları yaşamamışlardır.

Darbe teşebbüsü, dış müdahalelerle ekonomik kriz senaryolarının devreye sokulması, şehir merkezlerindeki terör saldırıları, PKK ve türevi terör örgütleri ile yapılan mücadele,Fetö ile yapılan mücadele, Daeş ile yapılan mücadele, Fırat Kalkanı Operasyonu, Avrupa’nın ülkemizi sindirme çalışmaları, tüm dünyanın ülkemizin güneyindeki sorunlarla bizi baş başa bırakmaya çalışması hatta sorunları bizzat organize etmeleri, Rusya ile çıkartılan krizler ve belki daha da çoğaltabileceğimiz birçok sorunla mücadele etmeye çalışan bir Türkiye var.

Mücadele gerçekten çok çetin ve çok sert geçiyor. 1000 yıllık devlet geleneğimiz sayesinde ve milletimizin feraseti ile sorunlarla mücadele edebiliyoruz. İnsanımız tüm olumsuzluklara rağmen geleceğe umutla bakabiliyor. Özellikle Cumhurbaşkanı müthiş bir performans ile çalışıyor, bir gün Ankara’da, bir gün Kayseri’de, bir gün Hindistan’da bir gün Çin’de, bir gün Amerika’da öbür gün Belçika’da… Gerçekten insan tahammülünü zorlayacak bir efor sarf ediyor, Allah yardımcısı olsun. Ama kendi partisi dahil olmak üzere, milletimiz bu performansa ayak uyduramıyor.

Partisini anladık ama “Milletimiz” derken neyi kastediyorum sorusu akla gelebilir. Kastettiğim şudur; sokaktaki vatandaşta her anlamda ülkesi için mücadele etmelidir. Memleketin aleyhine olduğunu bildiği işleri ve kişileri yetkililere bildirmek suretiyle de mücadeleye katkı verebilir. Dış dünyanın baskı kurmaya çalıştığını biliyor ve anlıyor ise buna karşı mücadele eden insanlara destek verebilir, eliyle olmasa diliyle, diliyle olmasa kalbiyle de olsa destek verebilir.

Bulunduğu beldenin, ilçenin, ilin yönetimi kendi partisinden insanlarda olsa bile yanlış varsa mücadele etmelidir. Özellikle siyaset yapan insanların bu konuda sorumluluğu bulunmaktadır. Sadece aynı tarafta olduğu için yapılan haksızlıklara ses çıkartmamak ne ahlaki kurallara ne dinimize uygun değildir. Neme lazım, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dersek, memleketin istikbalini tehlikeye atmış oluruz. Neme lazım demek insanımıza yakışmaz. Bu konuda tarihte yaşanmış örnek bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Devlet-i Ali Osman’ınâkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Neme lâzım be Sultânım!”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar, sabahı zor eder.Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:“Yahya Efendi beni üzdün, sorumu ciddiye almadın der”…

Yahya Efendi: “Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”

Kanuni: “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Kanuni bu cevap karşısında gözyaşlarını tutamaz ve başını sallayarak Yahya Efendi’yi tasdik eder.

Evet değerli okurlar, yukarıdaki hadisede anlatıldığı gibi, bizler ne zaman adaletsizliğe karşı gelmeyiz, biliriz de susarız, duyarız da işitmeyiz, görürüz de görmeyiz, işte o zaman bu güzelim ülkemize en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Korkmayın, endişelenmeyin ve doğru bildiğinizi söylemekten geri durmayın, mücadelesinde Reis’i yalnız bırakmayın. Cumhurbaşkanımızı örnek alın, bütün dünya karşınızda olsa, yine de doğruları söyleyin.

Zenbilli Ali Efendi’yi örnek alın, o ki Yavuz Selim gibi hiddetli bir sultanın hatalarını yüzüne karşı söylemiştir ve çok defasında doğru yola sevk etmiştir. Özellikle siyasetle uğraşanların sorumluluğu daha da fazladır. İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun, yanlış yapanın hatasını yüzüne yüzüne söyleyin. Yok söylemeyecekseniz oralarda durmanızın bir anlamı yok. Cumhurbaşkanı sürekli dökülenleri kırılanları toplamak zorunda değildir, O’nun doğruları konuşan, yanlışa karşı gelen, neme lazım demeyen cesur yol arkadaşlarına ihtiyacı var…

Hayırlı Ramazanlar…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zeytinburnuhaber.org sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.