Filmini seyretti ama ''çok politik'' buldu..
Filmini seyretti ama ''çok politik'' buldu..
Maraş Olaylarının kıvılcımını ateşleyen bombanın atıldığı sinemada oynayan "Güneş ne zaman doğacak" filminin yönetmeni yıllar sonra filmini bir kez daha izledi ve yorumladı
Maraş Olaylarının kıvılcımını ateşleyen bombanın atıldığı sinemada oynayan "Güneş ne zaman doğacak" filminin yönetmeni yıllar sonra filmini bir kez daha izledi ve yorumladı
Tuba Özden Deniz'in haberi
1978’deki Maraş Olayları, Çiçek Sineması’na bomba atılmasıyla patlak verdi. O gün, perdede oynayan filmin yönetmeni Mehmet Kılıç için de bir dönüm noktasıydı. Ülkücü ideolojiyle başlayan serüveni onu bambaşka bir mecraya taşıyacaktır.
Sosyalist Rusya’daki baskılara yıllarca maruz kalan Alp Giray (Baki Tamer) ve Yavuz (Cüneyt Arkın) sonunda Türkiye’ye kaçmaya karar verir. Alp Giray yıllar yılı ülkesine dönmek için kimliğini gizlemiş ve sistem içinde yükselerek önemli bir mevkie gelmiştir. İki arkadaş zorlukları aşarak sonunda vatan topraklarına kaçarlar. Sahile vurduklarında toprağı öper ve yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşarlar. Fakat bu mutlulukları çok uzun sürmeyecektir. Sovyet rejimi onların peşini bırakmayacaktır. Filmin sonundaki bir kovalamaca sahnesinde Alp Giray ölür. Yavuz da Türk polisine teslim olur. Bundan sonraki işlem, Yavuz’un sınır dışı edilmesidir. Sosyalist ülkeye iade edilen Yavuz, sınırda Rus askerleri tarafından öldürülecektir.
Mehmet Kılıç’ın 1977’de yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı film, 1945’te sosyalist ülkeye iade edilirken öldürülen 150 Türk’ün anısına çekilir. 19 Aralık 1978 Salı günü saat 20.45’de Kahramanmaraş’ta bu film perdeye yansırken Çiçek Sineması’na bomba atılır. Bombanın tahrip gücü olmadığı için sinema salonunda ölen olmaz. Fakat saldırıyla birlikte şehirde “Maraş Olayları”nın fitili de ateşlenmiş olur. Günlerce süren yürüyüşler, bombalamalar, çatışmalar sonucunda 111 kişi ölür ve yüzlerce kişi yaralanır. Şehir savaş alanına döner. Olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Birçok kişiye göre yaşananlar, 12 Eylül darbesine gerekçe amacıyla hazırlanmıştır.
Kahramanmaraş’ta bunlar cereyan ederken filmin yönetmeni Mehmet Kılıç İstanbul’dadır. Durumdan haberdar olduğunda çok üzülür. Ülkücü kimliği nedeniyle o güne kadar tehditler almıştır; fakat Kahramanmaraş’ta yaşananlardan sonra üzerindeki baskı artar. Onun için tek çare yurtdışına gitmektir. Böylece hayatındaki büyük kırılmayı yaşar. Bu sarsıntı hem fiziksel hem de manevi olarak, bulunduğu noktadan çok uzaklara taşıyacaktır onu.
Mehmet Kılıç’la üzerinden otuz yıl geçen olayların ardından Zeytinburnu’ndaki dekorasyon dükkânında görüştük. Şimdiki işi evlere dekorasyon, camilere vitray yapmak. Sanata olan meylini kaybetmemiş; fakat ülkücü ideolojiden uzaklaşmış görünüyor. Kendini sosyal hayatın karmaşasından, gürültüsünden soyutlamış. Televizyon izlemiyor, sinemaya gitmiyor. Ekranın ‘deccal’ olduğuna inanıyor. 80’li yıllarda yaşadıklarının çoğunu unutmuş gibi. Belli ki olayların detaylarından çok yaşadıklarının kendine kattığı anlamlarla ilgileniyor. Yıllar önce yaşadıklarını anlatması için kapısını çaldığımızda nazik bir şekilde bizi kabul ediyor. O günleri, filmi çekmeye nasıl karar verdiklerini ve olaylardan önce ve sonra neler yaşadıklarını soruyoruz. Sükûnetle ve en başından anlatmaya başlıyor...
MTTB’DE SİNEMA KULÜBÜ
Kayseri’nin köklü bir ailesine mensup Mehmet Kılıç İstanbul’da büyür. Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde eğitim görür. Aynı dönemde Millî Türk Talebe Birliği’ne (MTTB) de gidip gelmektedir. Burada 7-8 arkadaş bir sinema kulübü kurarlar. Başlarında Yücel ağabeyleri (Çakmaklı) vardır. Halit Refiğ, Metin Erksan ile irtibatlar sağlanır ve Yeşilçam’ın birikiminden de istifade edilir.
O dönemde siyasal ortam oldukça hararetlidir ve herkesin bir safı vardır. Mehmet Kılıç politikayı sevmez; fakat vatansever-milliyetçi-Müslüman sıfatıyla Türkeş’i kendine yakın görür. Aynı dönemde Yılmaz Güney sol cenahta güçlü sinema filmleri çekmektedir. Kılıç ve arkadaşları da ilgi duydukları sinema alanında kendilerini ifade etmek isterler ve ilk girişimde bulunurlar. Salih Diriklik’in yönetmenliğini yaptığı ‘Gençlik Köprüsü’ böyle vücut bulur. Bu ilk çalışmanın ardından grup içinde çatallaşma yaşanır. Bir bölümü Erbakan’ı kendine yakın görürken diğerleri Türkeş’in peşinden gitmek ister. Kılıç ikincisinden yana tavrını sergiler. Böylece ilk projeleri için arkadaşlarıyla kolları sıvarlar. Ülkücü derneklerin kapısını çalarak destek ister ve en çok katkıyı Almanya’daki Türk vatandaşlarından alırlar.
ŞEHİR SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ
‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ın senaryosu iki senede yazılır. En güzelini yapmak niyetiyle yola çıkılmıştır ve bu sebeple dönemin ünlü aktörleri Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’la çalışma kararı alınır. Filmde kendi doğrularını dile getireceklerdir şüphesiz; fakat asıl amaçları herkesi ortak bir zeminde buluşturmaktır. ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ ilk gösterime girdiği andan itibaren yoğun ilgi görür. “Film o yıllarda çok takdir edildi, solcular da şaşırdılar bu kadar iyi film çekmemize. O yüzden tepkileri de arttı. Ortam çok politikti ve film gösterildiği andan itibaren tepkiyi de doğurdu.” diyor yönetmen Kılıç. O yıllarda sokaklara taşmıştır çatışmalar. Milliyet gazetesi her gün sağdan ve soldan şu kadar insan öldü diye çetele yayımlar. Tahammülsüz ve antidemokratik atmosferde filme ilk büyük tepki Bahçelievler Sineması’nda gerçekleşir. Sinema bombalanır. Anadolu’da da benzer reaksiyonlar görülür. Birçok şehirde tehditlere, afişlerinin indirilmesine rağmen film gösterilir. İzleyicinin yoğun teveccühü sinema sahiplerinin caymasına da mânidir. Fakat en büyük çatışma Kahramanmaraş’ta yaşanacaktır.
“Film Kahramanmaraş’ta gösterildiğinde ben İstanbul’daydım. Aslında filmin içeriğinde hiçbir tahrik unsuru yoktu; sadece Rusya’yı eleştiriyordu. Biz işin estetik kaygısındaydık. Fakat ortam o kadar gergindi ki patlama için küçük bir fitil yeterliydi. Maraş olayı genel gidişattan bağımsız değildi. İstanbul’da semt semt kamplaşma vardı aynı dönemde; bir bölümü solcuların, diğerleri ülkücülerindi. Her gün cenaze kalkıyordu. Sinema olayı basit bir şeydi ama genel ortam korkunçtu. Her şey en zirve noktadaydı.” diyen Kılıç, buna rağmen filminin böyle bir olaydaki ‘ilk kıvılcım’ olmasından çok üzgündür. Bir yarbay arkadaşıyla “Ben kendimi suçlamalı mıyım?” diye dertleştiğinde şu cümleleri duyacaktır: “Filmin gösterilmese de bir bahaneyle olaylar çıkacaktı. Sen güzel bir çiçek sunuyorsun ama kurşuna maruz kalıyor. Yaşananlara sen mâni olamazdın.”
O yıllarda üniversite ikinci sınıftadır Kılıç, eğitimine devam ederken bir taraftan da İstiklal Caddesi’ndeki ofislerinde çalışır. Olaylar kızıştıkça okula gitmesi zorlaşır, işyerine de caddenin başına barikat kurulduğu için gidememektedir. Filmin dikkat çekmesiyle tehditler de iyice artınca Kılıç Türkiye’den ayrılmaya karar verir. Almanya’ya amcasının yanına gider. Avrupa’ya göçü Kılıç için yeni bir dönemin de başlangıcıdır. Politik kimliğini yitirir, Müslüman-milliyetçi sıfatından vazgeçmese de zamanla bir Batılı gibi yaşamaya başlar. Bu değişim beraberinde buhranları da getirir ve ciddi bir arayış içine girer. Bu esnada yine sanatla meşguldür, dekorasyon vitrin yapmaktadır. Kılıç’ın içine düştüğü arayış hâli onun bütün Avrupa, Avustralya’yı dolaşacağı, yogayı araştırmak için Hindistan’a kadar gideceği uzun bir yolculuğun da müsebbibidir. “Hıristiyanlık, Katoliklik, yoga derken bu sürecin sonunda Mevlanalar, Yunuslar çıktı karşıma. Neticede baktım iş yine bizdeymiş. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, ‘meğer hakikat cebimizdeymiş.’
Dört yıl aradan sonra yeniden memlekete döner Mehmet Bey. Yönü artık Batı’dan Medine’ye çevrilmiştir. “Baktık biz vatanı kurtaralım derken kendimiz batmışız.” diyen Kılıç, arkadaşları tarafından döndükten sonra sinema camiasına çok çağırılır. Ama o artık konulu film yapmaktan vazgeçmiştir. Belgesel fikri daha yakın gelir ve böylece ‘Aladağlar’, ‘İstanbul Sahabeleri’ belgesellerini çeker. On yıl önce niyetlendiği hâlde ‘Peygamberlerin ayak izinde’ belgeselini hayata geçirmek nasip olmaz. Hâlbuki amacı Tur-i Sina’dan Mekke, Medine’ye kadar peygamberlerin istikametini takip etmektir. Dünya tarihinin görmezden geldiği peygamberleri insanların gündemine yeniden getirmektir. ‘Artık bizden geçti.’ diyor bu projesi için; ama niyetlenen bir genç olursa danışmanlık yapmaya da hazır.
EKRAN DECCAL; İNSANI ESİR EDİYOR
Şimdilerde Zeytinburnu’ndaki dükkânında camilere vitray yapıyor Kılıç. Bir de kendini hayır işlerine adamış. Üyesi olduğu vakıf aracılığıyla yapılan camilerin tüm estetik unsurlarını tamamlıyor. Bundan sonra sinemadan uzak durmaya kararlı. Konulu filmleri doğru bulmuyor. Mümkün mertebe televizyon izlemiyor. Sanal âlemin tamamen dışına çıkma çabasında. Ekranın deccal olduğuna inanıyor. Hadis-i şeriften örnek veriyor: “Peygamberimiz (SAV) deccali anlattığında sahabe, ‘sanki o an çıkacak zannettik.’ diyor. Tarife göre deccalin bir gözü var, ölüleri diriltecek ki biz onları ekranda izleyebiliyoruz, sizi sürükleyen, kuşatan, akıldışı bir etkiye sahip ekran, yani televizyon, sinema, internet, cep telefonu… Mesela insanlar internet karşısında kalp ölümü yaşıyor. Kısa sürede kişilikleri değişebiliyor.” Kılıç’a göre teknolojinin nimetlerinden zaruri ihtiyacı karşılayacak kadar faydalanmak elzem. Aksi takdirde kalbi ve imanı korumak pek mümkün değil: “İhtiyacın ötesinde meşgul olunduğunda artık siz yoksunuz. 24 saatinizi işgal ediyorsa bu artık nimet değildir.”
FİLMİM ÇOK POLİTİKMİŞ
Mehmet Kılıç’ın elinde yegâne filmi ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ yok. Hasbelkader geçenlerde internette izleme imkânı bulmuş. Filmini dönemin şartları içerisinde başarılı buluyor. Fakat birçok yanını eleştirmekten de geri durmuyor. “İzlediğimde şaşırdım kaldım. Her sahnede fikir verme çabası var. Demek o kadar çok meseleye adapte olmuşuz.” Filmini yıllar sonra izlediğinde tavırlarını çok politik bulmuş Kılıç. Film çekme çabalarını şimdilerde ‘Hem doğruymuş hem de yanlış.” cümleleriyle yorumluyor: “Güzel neticeler de alındı ama…”
Mehmet Kılıç, Kahramanmaraş olaylarına dönüp baktığında, “Biz o zaman da güzeli görüp göstermeye çalıştık, hayır için yola çıktık; ama benim dışımda ilerledi olaylar ve şerle sonuçlandı.” diyor. Şimdi yaptığı hayır işlerini ise çok daha verimli buluyor. Çünkü bütün çabaları, ihtiyacı olanlara direkt ulaşıyor. Bu, ona göre çok daha garanti bir çözüm.
(Aksiyon)
Tuba Özden Deniz'in haberi
1978’deki Maraş Olayları, Çiçek Sineması’na bomba atılmasıyla patlak verdi. O gün, perdede oynayan filmin yönetmeni Mehmet Kılıç için de bir dönüm noktasıydı. Ülkücü ideolojiyle başlayan serüveni onu bambaşka bir mecraya taşıyacaktır.
Sosyalist Rusya’daki baskılara yıllarca maruz kalan Alp Giray (Baki Tamer) ve Yavuz (Cüneyt Arkın) sonunda Türkiye’ye kaçmaya karar verir. Alp Giray yıllar yılı ülkesine dönmek için kimliğini gizlemiş ve sistem içinde yükselerek önemli bir mevkie gelmiştir. İki arkadaş zorlukları aşarak sonunda vatan topraklarına kaçarlar. Sahile vurduklarında toprağı öper ve yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşarlar. Fakat bu mutlulukları çok uzun sürmeyecektir. Sovyet rejimi onların peşini bırakmayacaktır. Filmin sonundaki bir kovalamaca sahnesinde Alp Giray ölür. Yavuz da Türk polisine teslim olur. Bundan sonraki işlem, Yavuz’un sınır dışı edilmesidir. Sosyalist ülkeye iade edilen Yavuz, sınırda Rus askerleri tarafından öldürülecektir.
Mehmet Kılıç’ın 1977’de yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı film, 1945’te sosyalist ülkeye iade edilirken öldürülen 150 Türk’ün anısına çekilir. 19 Aralık 1978 Salı günü saat 20.45’de Kahramanmaraş’ta bu film perdeye yansırken Çiçek Sineması’na bomba atılır. Bombanın tahrip gücü olmadığı için sinema salonunda ölen olmaz. Fakat saldırıyla birlikte şehirde “Maraş Olayları”nın fitili de ateşlenmiş olur. Günlerce süren yürüyüşler, bombalamalar, çatışmalar sonucunda 111 kişi ölür ve yüzlerce kişi yaralanır. Şehir savaş alanına döner. Olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Birçok kişiye göre yaşananlar, 12 Eylül darbesine gerekçe amacıyla hazırlanmıştır.
Kahramanmaraş’ta bunlar cereyan ederken filmin yönetmeni Mehmet Kılıç İstanbul’dadır. Durumdan haberdar olduğunda çok üzülür. Ülkücü kimliği nedeniyle o güne kadar tehditler almıştır; fakat Kahramanmaraş’ta yaşananlardan sonra üzerindeki baskı artar. Onun için tek çare yurtdışına gitmektir. Böylece hayatındaki büyük kırılmayı yaşar. Bu sarsıntı hem fiziksel hem de manevi olarak, bulunduğu noktadan çok uzaklara taşıyacaktır onu.
Mehmet Kılıç’la üzerinden otuz yıl geçen olayların ardından Zeytinburnu’ndaki dekorasyon dükkânında görüştük. Şimdiki işi evlere dekorasyon, camilere vitray yapmak. Sanata olan meylini kaybetmemiş; fakat ülkücü ideolojiden uzaklaşmış görünüyor. Kendini sosyal hayatın karmaşasından, gürültüsünden soyutlamış. Televizyon izlemiyor, sinemaya gitmiyor. Ekranın ‘deccal’ olduğuna inanıyor. 80’li yıllarda yaşadıklarının çoğunu unutmuş gibi. Belli ki olayların detaylarından çok yaşadıklarının kendine kattığı anlamlarla ilgileniyor. Yıllar önce yaşadıklarını anlatması için kapısını çaldığımızda nazik bir şekilde bizi kabul ediyor. O günleri, filmi çekmeye nasıl karar verdiklerini ve olaylardan önce ve sonra neler yaşadıklarını soruyoruz. Sükûnetle ve en başından anlatmaya başlıyor...
MTTB’DE SİNEMA KULÜBÜ
Kayseri’nin köklü bir ailesine mensup Mehmet Kılıç İstanbul’da büyür. Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde eğitim görür. Aynı dönemde Millî Türk Talebe Birliği’ne (MTTB) de gidip gelmektedir. Burada 7-8 arkadaş bir sinema kulübü kurarlar. Başlarında Yücel ağabeyleri (Çakmaklı) vardır. Halit Refiğ, Metin Erksan ile irtibatlar sağlanır ve Yeşilçam’ın birikiminden de istifade edilir.
O dönemde siyasal ortam oldukça hararetlidir ve herkesin bir safı vardır. Mehmet Kılıç politikayı sevmez; fakat vatansever-milliyetçi-Müslüman sıfatıyla Türkeş’i kendine yakın görür. Aynı dönemde Yılmaz Güney sol cenahta güçlü sinema filmleri çekmektedir. Kılıç ve arkadaşları da ilgi duydukları sinema alanında kendilerini ifade etmek isterler ve ilk girişimde bulunurlar. Salih Diriklik’in yönetmenliğini yaptığı ‘Gençlik Köprüsü’ böyle vücut bulur. Bu ilk çalışmanın ardından grup içinde çatallaşma yaşanır. Bir bölümü Erbakan’ı kendine yakın görürken diğerleri Türkeş’in peşinden gitmek ister. Kılıç ikincisinden yana tavrını sergiler. Böylece ilk projeleri için arkadaşlarıyla kolları sıvarlar. Ülkücü derneklerin kapısını çalarak destek ister ve en çok katkıyı Almanya’daki Türk vatandaşlarından alırlar.
ŞEHİR SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ
‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ın senaryosu iki senede yazılır. En güzelini yapmak niyetiyle yola çıkılmıştır ve bu sebeple dönemin ünlü aktörleri Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’la çalışma kararı alınır. Filmde kendi doğrularını dile getireceklerdir şüphesiz; fakat asıl amaçları herkesi ortak bir zeminde buluşturmaktır. ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ ilk gösterime girdiği andan itibaren yoğun ilgi görür. “Film o yıllarda çok takdir edildi, solcular da şaşırdılar bu kadar iyi film çekmemize. O yüzden tepkileri de arttı. Ortam çok politikti ve film gösterildiği andan itibaren tepkiyi de doğurdu.” diyor yönetmen Kılıç. O yıllarda sokaklara taşmıştır çatışmalar. Milliyet gazetesi her gün sağdan ve soldan şu kadar insan öldü diye çetele yayımlar. Tahammülsüz ve antidemokratik atmosferde filme ilk büyük tepki Bahçelievler Sineması’nda gerçekleşir. Sinema bombalanır. Anadolu’da da benzer reaksiyonlar görülür. Birçok şehirde tehditlere, afişlerinin indirilmesine rağmen film gösterilir. İzleyicinin yoğun teveccühü sinema sahiplerinin caymasına da mânidir. Fakat en büyük çatışma Kahramanmaraş’ta yaşanacaktır.
“Film Kahramanmaraş’ta gösterildiğinde ben İstanbul’daydım. Aslında filmin içeriğinde hiçbir tahrik unsuru yoktu; sadece Rusya’yı eleştiriyordu. Biz işin estetik kaygısındaydık. Fakat ortam o kadar gergindi ki patlama için küçük bir fitil yeterliydi. Maraş olayı genel gidişattan bağımsız değildi. İstanbul’da semt semt kamplaşma vardı aynı dönemde; bir bölümü solcuların, diğerleri ülkücülerindi. Her gün cenaze kalkıyordu. Sinema olayı basit bir şeydi ama genel ortam korkunçtu. Her şey en zirve noktadaydı.” diyen Kılıç, buna rağmen filminin böyle bir olaydaki ‘ilk kıvılcım’ olmasından çok üzgündür. Bir yarbay arkadaşıyla “Ben kendimi suçlamalı mıyım?” diye dertleştiğinde şu cümleleri duyacaktır: “Filmin gösterilmese de bir bahaneyle olaylar çıkacaktı. Sen güzel bir çiçek sunuyorsun ama kurşuna maruz kalıyor. Yaşananlara sen mâni olamazdın.”
O yıllarda üniversite ikinci sınıftadır Kılıç, eğitimine devam ederken bir taraftan da İstiklal Caddesi’ndeki ofislerinde çalışır. Olaylar kızıştıkça okula gitmesi zorlaşır, işyerine de caddenin başına barikat kurulduğu için gidememektedir. Filmin dikkat çekmesiyle tehditler de iyice artınca Kılıç Türkiye’den ayrılmaya karar verir. Almanya’ya amcasının yanına gider. Avrupa’ya göçü Kılıç için yeni bir dönemin de başlangıcıdır. Politik kimliğini yitirir, Müslüman-milliyetçi sıfatından vazgeçmese de zamanla bir Batılı gibi yaşamaya başlar. Bu değişim beraberinde buhranları da getirir ve ciddi bir arayış içine girer. Bu esnada yine sanatla meşguldür, dekorasyon vitrin yapmaktadır. Kılıç’ın içine düştüğü arayış hâli onun bütün Avrupa, Avustralya’yı dolaşacağı, yogayı araştırmak için Hindistan’a kadar gideceği uzun bir yolculuğun da müsebbibidir. “Hıristiyanlık, Katoliklik, yoga derken bu sürecin sonunda Mevlanalar, Yunuslar çıktı karşıma. Neticede baktım iş yine bizdeymiş. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, ‘meğer hakikat cebimizdeymiş.’
Dört yıl aradan sonra yeniden memlekete döner Mehmet Bey. Yönü artık Batı’dan Medine’ye çevrilmiştir. “Baktık biz vatanı kurtaralım derken kendimiz batmışız.” diyen Kılıç, arkadaşları tarafından döndükten sonra sinema camiasına çok çağırılır. Ama o artık konulu film yapmaktan vazgeçmiştir. Belgesel fikri daha yakın gelir ve böylece ‘Aladağlar’, ‘İstanbul Sahabeleri’ belgesellerini çeker. On yıl önce niyetlendiği hâlde ‘Peygamberlerin ayak izinde’ belgeselini hayata geçirmek nasip olmaz. Hâlbuki amacı Tur-i Sina’dan Mekke, Medine’ye kadar peygamberlerin istikametini takip etmektir. Dünya tarihinin görmezden geldiği peygamberleri insanların gündemine yeniden getirmektir. ‘Artık bizden geçti.’ diyor bu projesi için; ama niyetlenen bir genç olursa danışmanlık yapmaya da hazır.
EKRAN DECCAL; İNSANI ESİR EDİYOR
Şimdilerde Zeytinburnu’ndaki dükkânında camilere vitray yapıyor Kılıç. Bir de kendini hayır işlerine adamış. Üyesi olduğu vakıf aracılığıyla yapılan camilerin tüm estetik unsurlarını tamamlıyor. Bundan sonra sinemadan uzak durmaya kararlı. Konulu filmleri doğru bulmuyor. Mümkün mertebe televizyon izlemiyor. Sanal âlemin tamamen dışına çıkma çabasında. Ekranın deccal olduğuna inanıyor. Hadis-i şeriften örnek veriyor: “Peygamberimiz (SAV) deccali anlattığında sahabe, ‘sanki o an çıkacak zannettik.’ diyor. Tarife göre deccalin bir gözü var, ölüleri diriltecek ki biz onları ekranda izleyebiliyoruz, sizi sürükleyen, kuşatan, akıldışı bir etkiye sahip ekran, yani televizyon, sinema, internet, cep telefonu… Mesela insanlar internet karşısında kalp ölümü yaşıyor. Kısa sürede kişilikleri değişebiliyor.” Kılıç’a göre teknolojinin nimetlerinden zaruri ihtiyacı karşılayacak kadar faydalanmak elzem. Aksi takdirde kalbi ve imanı korumak pek mümkün değil: “İhtiyacın ötesinde meşgul olunduğunda artık siz yoksunuz. 24 saatinizi işgal ediyorsa bu artık nimet değildir.”
FİLMİM ÇOK POLİTİKMİŞ
Mehmet Kılıç’ın elinde yegâne filmi ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ yok. Hasbelkader geçenlerde internette izleme imkânı bulmuş. Filmini dönemin şartları içerisinde başarılı buluyor. Fakat birçok yanını eleştirmekten de geri durmuyor. “İzlediğimde şaşırdım kaldım. Her sahnede fikir verme çabası var. Demek o kadar çok meseleye adapte olmuşuz.” Filmini yıllar sonra izlediğinde tavırlarını çok politik bulmuş Kılıç. Film çekme çabalarını şimdilerde ‘Hem doğruymuş hem de yanlış.” cümleleriyle yorumluyor: “Güzel neticeler de alındı ama…”
Mehmet Kılıç, Kahramanmaraş olaylarına dönüp baktığında, “Biz o zaman da güzeli görüp göstermeye çalıştık, hayır için yola çıktık; ama benim dışımda ilerledi olaylar ve şerle sonuçlandı.” diyor. Şimdi yaptığı hayır işlerini ise çok daha verimli buluyor. Çünkü bütün çabaları, ihtiyacı olanlara direkt ulaşıyor. Bu, ona göre çok daha garanti bir çözüm.
(Aksiyon)
Tuba Özden Deniz'in haberi
1978’deki Maraş Olayları, Çiçek Sineması’na bomba atılmasıyla patlak verdi. O gün, perdede oynayan filmin yönetmeni Mehmet Kılıç için de bir dönüm noktasıydı. Ülkücü ideolojiyle başlayan serüveni onu bambaşka bir mecraya taşıyacaktır.
Sosyalist Rusya’daki baskılara yıllarca maruz kalan Alp Giray (Baki Tamer) ve Yavuz (Cüneyt Arkın) sonunda Türkiye’ye kaçmaya karar verir. Alp Giray yıllar yılı ülkesine dönmek için kimliğini gizlemiş ve sistem içinde yükselerek önemli bir mevkie gelmiştir. İki arkadaş zorlukları aşarak sonunda vatan topraklarına kaçarlar. Sahile vurduklarında toprağı öper ve yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşarlar. Fakat bu mutlulukları çok uzun sürmeyecektir. Sovyet rejimi onların peşini bırakmayacaktır. Filmin sonundaki bir kovalamaca sahnesinde Alp Giray ölür. Yavuz da Türk polisine teslim olur. Bundan sonraki işlem, Yavuz’un sınır dışı edilmesidir. Sosyalist ülkeye iade edilen Yavuz, sınırda Rus askerleri tarafından öldürülecektir.
Mehmet Kılıç’ın 1977’de yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı film, 1945’te sosyalist ülkeye iade edilirken öldürülen 150 Türk’ün anısına çekilir. 19 Aralık 1978 Salı günü saat 20.45’de Kahramanmaraş’ta bu film perdeye yansırken Çiçek Sineması’na bomba atılır. Bombanın tahrip gücü olmadığı için sinema salonunda ölen olmaz. Fakat saldırıyla birlikte şehirde “Maraş Olayları”nın fitili de ateşlenmiş olur. Günlerce süren yürüyüşler, bombalamalar, çatışmalar sonucunda 111 kişi ölür ve yüzlerce kişi yaralanır. Şehir savaş alanına döner. Olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Birçok kişiye göre yaşananlar, 12 Eylül darbesine gerekçe amacıyla hazırlanmıştır.
Kahramanmaraş’ta bunlar cereyan ederken filmin yönetmeni Mehmet Kılıç İstanbul’dadır. Durumdan haberdar olduğunda çok üzülür. Ülkücü kimliği nedeniyle o güne kadar tehditler almıştır; fakat Kahramanmaraş’ta yaşananlardan sonra üzerindeki baskı artar. Onun için tek çare yurtdışına gitmektir. Böylece hayatındaki büyük kırılmayı yaşar. Bu sarsıntı hem fiziksel hem de manevi olarak, bulunduğu noktadan çok uzaklara taşıyacaktır onu.
Mehmet Kılıç’la üzerinden otuz yıl geçen olayların ardından Zeytinburnu’ndaki dekorasyon dükkânında görüştük. Şimdiki işi evlere dekorasyon, camilere vitray yapmak. Sanata olan meylini kaybetmemiş; fakat ülkücü ideolojiden uzaklaşmış görünüyor. Kendini sosyal hayatın karmaşasından, gürültüsünden soyutlamış. Televizyon izlemiyor, sinemaya gitmiyor. Ekranın ‘deccal’ olduğuna inanıyor. 80’li yıllarda yaşadıklarının çoğunu unutmuş gibi. Belli ki olayların detaylarından çok yaşadıklarının kendine kattığı anlamlarla ilgileniyor. Yıllar önce yaşadıklarını anlatması için kapısını çaldığımızda nazik bir şekilde bizi kabul ediyor. O günleri, filmi çekmeye nasıl karar verdiklerini ve olaylardan önce ve sonra neler yaşadıklarını soruyoruz. Sükûnetle ve en başından anlatmaya başlıyor...
MTTB’DE SİNEMA KULÜBÜ
Kayseri’nin köklü bir ailesine mensup Mehmet Kılıç İstanbul’da büyür. Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde eğitim görür. Aynı dönemde Millî Türk Talebe Birliği’ne (MTTB) de gidip gelmektedir. Burada 7-8 arkadaş bir sinema kulübü kurarlar. Başlarında Yücel ağabeyleri (Çakmaklı) vardır. Halit Refiğ, Metin Erksan ile irtibatlar sağlanır ve Yeşilçam’ın birikiminden de istifade edilir.
O dönemde siyasal ortam oldukça hararetlidir ve herkesin bir safı vardır. Mehmet Kılıç politikayı sevmez; fakat vatansever-milliyetçi-Müslüman sıfatıyla Türkeş’i kendine yakın görür. Aynı dönemde Yılmaz Güney sol cenahta güçlü sinema filmleri çekmektedir. Kılıç ve arkadaşları da ilgi duydukları sinema alanında kendilerini ifade etmek isterler ve ilk girişimde bulunurlar. Salih Diriklik’in yönetmenliğini yaptığı ‘Gençlik Köprüsü’ böyle vücut bulur. Bu ilk çalışmanın ardından grup içinde çatallaşma yaşanır. Bir bölümü Erbakan’ı kendine yakın görürken diğerleri Türkeş’in peşinden gitmek ister. Kılıç ikincisinden yana tavrını sergiler. Böylece ilk projeleri için arkadaşlarıyla kolları sıvarlar. Ülkücü derneklerin kapısını çalarak destek ister ve en çok katkıyı Almanya’daki Türk vatandaşlarından alırlar.
ŞEHİR SAVAŞ ALANINA DÖNDÜ
‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ın senaryosu iki senede yazılır. En güzelini yapmak niyetiyle yola çıkılmıştır ve bu sebeple dönemin ünlü aktörleri Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’la çalışma kararı alınır. Filmde kendi doğrularını dile getireceklerdir şüphesiz; fakat asıl amaçları herkesi ortak bir zeminde buluşturmaktır. ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ ilk gösterime girdiği andan itibaren yoğun ilgi görür. “Film o yıllarda çok takdir edildi, solcular da şaşırdılar bu kadar iyi film çekmemize. O yüzden tepkileri de arttı. Ortam çok politikti ve film gösterildiği andan itibaren tepkiyi de doğurdu.” diyor yönetmen Kılıç. O yıllarda sokaklara taşmıştır çatışmalar. Milliyet gazetesi her gün sağdan ve soldan şu kadar insan öldü diye çetele yayımlar. Tahammülsüz ve antidemokratik atmosferde filme ilk büyük tepki Bahçelievler Sineması’nda gerçekleşir. Sinema bombalanır. Anadolu’da da benzer reaksiyonlar görülür. Birçok şehirde tehditlere, afişlerinin indirilmesine rağmen film gösterilir. İzleyicinin yoğun teveccühü sinema sahiplerinin caymasına da mânidir. Fakat en büyük çatışma Kahramanmaraş’ta yaşanacaktır.
“Film Kahramanmaraş’ta gösterildiğinde ben İstanbul’daydım. Aslında filmin içeriğinde hiçbir tahrik unsuru yoktu; sadece Rusya’yı eleştiriyordu. Biz işin estetik kaygısındaydık. Fakat ortam o kadar gergindi ki patlama için küçük bir fitil yeterliydi. Maraş olayı genel gidişattan bağımsız değildi. İstanbul’da semt semt kamplaşma vardı aynı dönemde; bir bölümü solcuların, diğerleri ülkücülerindi. Her gün cenaze kalkıyordu. Sinema olayı basit bir şeydi ama genel ortam korkunçtu. Her şey en zirve noktadaydı.” diyen Kılıç, buna rağmen filminin böyle bir olaydaki ‘ilk kıvılcım’ olmasından çok üzgündür. Bir yarbay arkadaşıyla “Ben kendimi suçlamalı mıyım?” diye dertleştiğinde şu cümleleri duyacaktır: “Filmin gösterilmese de bir bahaneyle olaylar çıkacaktı. Sen güzel bir çiçek sunuyorsun ama kurşuna maruz kalıyor. Yaşananlara sen mâni olamazdın.”
O yıllarda üniversite ikinci sınıftadır Kılıç, eğitimine devam ederken bir taraftan da İstiklal Caddesi’ndeki ofislerinde çalışır. Olaylar kızıştıkça okula gitmesi zorlaşır, işyerine de caddenin başına barikat kurulduğu için gidememektedir. Filmin dikkat çekmesiyle tehditler de iyice artınca Kılıç Türkiye’den ayrılmaya karar verir. Almanya’ya amcasının yanına gider. Avrupa’ya göçü Kılıç için yeni bir dönemin de başlangıcıdır. Politik kimliğini yitirir, Müslüman-milliyetçi sıfatından vazgeçmese de zamanla bir Batılı gibi yaşamaya başlar. Bu değişim beraberinde buhranları da getirir ve ciddi bir arayış içine girer. Bu esnada yine sanatla meşguldür, dekorasyon vitrin yapmaktadır. Kılıç’ın içine düştüğü arayış hâli onun bütün Avrupa, Avustralya’yı dolaşacağı, yogayı araştırmak için Hindistan’a kadar gideceği uzun bir yolculuğun da müsebbibidir. “Hıristiyanlık, Katoliklik, yoga derken bu sürecin sonunda Mevlanalar, Yunuslar çıktı karşıma. Neticede baktım iş yine bizdeymiş. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, ‘meğer hakikat cebimizdeymiş.’
Dört yıl aradan sonra yeniden memlekete döner Mehmet Bey. Yönü artık Batı’dan Medine’ye çevrilmiştir. “Baktık biz vatanı kurtaralım derken kendimiz batmışız.” diyen Kılıç, arkadaşları tarafından döndükten sonra sinema camiasına çok çağırılır. Ama o artık konulu film yapmaktan vazgeçmiştir. Belgesel fikri daha yakın gelir ve böylece ‘Aladağlar’, ‘İstanbul Sahabeleri’ belgesellerini çeker. On yıl önce niyetlendiği hâlde ‘Peygamberlerin ayak izinde’ belgeselini hayata geçirmek nasip olmaz. Hâlbuki amacı Tur-i Sina’dan Mekke, Medine’ye kadar peygamberlerin istikametini takip etmektir. Dünya tarihinin görmezden geldiği peygamberleri insanların gündemine yeniden getirmektir. ‘Artık bizden geçti.’ diyor bu projesi için; ama niyetlenen bir genç olursa danışmanlık yapmaya da hazır.
EKRAN DECCAL; İNSANI ESİR EDİYOR
Şimdilerde Zeytinburnu’ndaki dükkânında camilere vitray yapıyor Kılıç. Bir de kendini hayır işlerine adamış. Üyesi olduğu vakıf aracılığıyla yapılan camilerin tüm estetik unsurlarını tamamlıyor. Bundan sonra sinemadan uzak durmaya kararlı. Konulu filmleri doğru bulmuyor. Mümkün mertebe televizyon izlemiyor. Sanal âlemin tamamen dışına çıkma çabasında. Ekranın deccal olduğuna inanıyor. Hadis-i şeriften örnek veriyor: “Peygamberimiz (SAV) deccali anlattığında sahabe, ‘sanki o an çıkacak zannettik.’ diyor. Tarife göre deccalin bir gözü var, ölüleri diriltecek ki biz onları ekranda izleyebiliyoruz, sizi sürükleyen, kuşatan, akıldışı bir etkiye sahip ekran, yani televizyon, sinema, internet, cep telefonu… Mesela insanlar internet karşısında kalp ölümü yaşıyor. Kısa sürede kişilikleri değişebiliyor.” Kılıç’a göre teknolojinin nimetlerinden zaruri ihtiyacı karşılayacak kadar faydalanmak elzem. Aksi takdirde kalbi ve imanı korumak pek mümkün değil: “İhtiyacın ötesinde meşgul olunduğunda artık siz yoksunuz. 24 saatinizi işgal ediyorsa bu artık nimet değildir.”
FİLMİM ÇOK POLİTİKMİŞ
Mehmet Kılıç’ın elinde yegâne filmi ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ yok. Hasbelkader geçenlerde internette izleme imkânı bulmuş. Filmini dönemin şartları içerisinde başarılı buluyor. Fakat birçok yanını eleştirmekten de geri durmuyor. “İzlediğimde şaşırdım kaldım. Her sahnede fikir verme çabası var. Demek o kadar çok meseleye adapte olmuşuz.” Filmini yıllar sonra izlediğinde tavırlarını çok politik bulmuş Kılıç. Film çekme çabalarını şimdilerde ‘Hem doğruymuş hem de yanlış.” cümleleriyle yorumluyor: “Güzel neticeler de alındı ama…”
Mehmet Kılıç, Kahramanmaraş olaylarına dönüp baktığında, “Biz o zaman da güzeli görüp göstermeye çalıştık, hayır için yola çıktık; ama benim dışımda ilerledi olaylar ve şerle sonuçlandı.” diyor. Şimdi yaptığı hayır işlerini ise çok daha verimli buluyor. Çünkü bütün çabaları, ihtiyacı olanlara direkt ulaşıyor. Bu, ona göre çok daha garanti bir çözüm.
(Aksiyon)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.